13 Aralık 2011 Salı

Bu yıl da "yeni yılda yapılacaklar" listesi yapacağım..

Bu listeleri herrrr yıl yaparım.
Senenin sonuna doğru listeden en fazla 2 madde yaptığımı bildiğim için de listeme bakmaya utanırım.

Hani yazdığın kitabını bitirecektin? Hani daha çok kitap okuyup yogaya dansa dönecektin? diye köşeye sıkıştıran bu liste, gazetelerin resmettiği "yaşlı 2011" gibi gıcık olur bana. Ben de ona. Olmuyor kardeşim işte. Zaten o listelerin amacı özünde içine yazdıklarını yapmak değil bence. Ne yapmak istediğinin üzerinden geçmek, hayal etmek, sıralamak.

Can mesela böyle bir liste yapsa? :))))

"Daha çok tırmanacağım, daha çok konuşacağım, daha çok komik şeyler söyleyeceğim, bazen çok ağlayacağım bazen çok güleceğim.

Ben bu sene Can'ın listesini aynen alırım. Yeni listeye gerek yok. 2.5 yaş çocuğunun listesi hepimize yeter...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Çocuğun gözünden

Evde 2.5 yaşında bir çocuk olması çok güzel birşey :) Bakış açısı, gördüğü, yorumladığı herşey öyle direkt, öyle sade ve gerçekçi ki, numara yok, dolambaç yok..

Sadece Can'ı dinleyerek bir gün geçirince insan hayretle doluyor. Hele bu ara her gün 3-5 bomba patlatıyor. Mesela demin içeride yüksek bir yere çıkmış sesleniyor salona: "Baba ama ben burdan nasıl ineceğim?" :))) Ya da arabada giderken sessizlik olup da ne yaptığını sorunca: "Burnuma çubuk kraker sokuyorum anne" gibi gibi...

Dün gece yarısı uyanmış, gözler kapalı çağırdı gittim. Yatağın içine oturmuş uyuyor :), "Oğlum yat hadi, bak daha karanlık", Can: "Yatmıycam anne!" (ama uyuyor bir yandan oturur pozisyonda :) ).

"Ben öyle dedim, öyle yap anne", "Çok yaşa anne", "Annem güzel, annemi çok seviyorum", "Babam nerede, babamı çok özledim anne".....

Geçen hafta da dedesine tutturdu beni camiye götür diye.. Neyse dedesi kırmadı, gittiler camiye. Dönüşte şuna karar vermiş: "Anne sonra da minareye çıkıcam!" Anne: "Canım, minareye hocalar çıkar" (Ne bozuyorsam?) "Can: O zaman hoca olcam anne!"

Bir de "sadece" var. "Ama" ve her türlü olumsuz fiilin yumuşamış hali :) "Sadece pilav ver anne", "Sadece göbeğimi yıka anne", "Sadece bakıcam anne", "Sadece don giycem anne"....

Haftada 3 gün oyun grubu devam ediyor. Kapıdan anne-oğul parolamızı söylüyoruz, uğurluyor beni, sınıfına çıkıyor. Öğlen alıyoruz, evde yemek, öğlen uykusu, oyun.. Büyüyooorr...

Bu arada ikinci mucizem de bir oğlan :)) Çok büyük heyecanla tekmeleri için gün sayıyorum, isim düşünüyoruz, şimdiden özlüyorum bile :)

16 Kasım 2011 Çarşamba

14. hafta ve kreşin ettikleri (2)

14 hafta bitti :) Bugün tam 14 hafta bitti.
Ne kadar çabuk geçiyor, hamileliğimin tadını çıkarayım dediğim anlar üst üste eklenip 14 haftayı bulmuş. Can'a haberi verdiğimizden beri kendisinin doğum albümüne günde 2 posta bakıp, "Annemin karnında bebek var" diyor. Bugün albümü kucağına almış sallayıp dandiiiniiii dandiniiii diye ninni söylüyordu :))

Karnım nasıl belli oluyor anlatamam! Bu halim ilk hamilelikte 5.5 ay civarıydı. Resmen ikinci hamilelikte vücut hatırlayıp ooo diyor ben bunu biliyorum, hemen yer açayım :) Sanırım hamile kreasyonu bu sefer daha zengin olacak :)

Pıt pıtları bekliyorum sabırsızlıkla, arada sanki hissediyorum ama emin de olamıyorum. Merak edenlere; cinsiyet henüz belli değil. Doktorumuz göremediğini ama sanki erkek gibi olduğunu söyledi. Bilmiyoruuuzzzzz :) İki oğlan evde bayağı hareketli zamanlar geçireceğimizi gösterir bence :)))

Kreş yazısının ikinci bölümü ile devam da edelim.

Biz şu anda haftada 3 gün, 2 saatlik oyun grubuna gidiyoruz. Kurumu seçerken, büyük okullardan değil, benim tabirimle "mahalle yuvalarından" yanaydı oyumuz. Kısa bir araştırma yaptım. Kafamda 3 okula indirdim seçenkleri. Son anda birinin 36 aydan itibaren olduğunu öğrenince o zaten elendi. İki seçenekten birisini elemek çok kolay oldu :) Yuva sahibesi hemen sabah 9 akşam 18 başlatın bence deyince kaçarak uzaklaştık!!

Geri kalan seçeneğimizi ise neden sevdik diye anlatayım kriterleri de yazmış olurum:
1.Oryantasyon süresi 4 hafta idi. Zorlamadılar, sıkmadılar, artan sürelerde Can'ı okulda ağırladılar.
Hala ben bırakırken ayrılmakta zorlanınca sınıfa rahatlıkla davet edip, ayrılmak için hazır oluşunu bekliyorlar.
2.Can'ı kısa sürede tanıdılar. Bir haftanın sonunda Can hakında gözlemlerini rahatlıkla paylaşır oldular.
3.Beni dinlediler. Hadi artık bahçeden gidin diye kasmadılar. Siz Can'la birlikte ne zaman rahat hissederseniz dediler..

Yok mu içimize sinmeyenler? Var tabiii... Ama terazi kefelerine konunca baş edebiliyoruz.
Peki Can nasıl alıştı?

İlk hafta ben hep yanındaydım. Kol mesafesinden ayırmadı. Ama sınıfta keyifliydi.
İkinci hafta ben getir-götür yaptım, nunnusu ile kaldı (bakıcımız).
Üçüncü hafta zordu, benden de nunnudan ayrılmakta zorlandı, sanki başa döner gibi olduk.
Dördüncü hafta sadece sınıfına kadar eşlik ettikten sonra 2 saat öğretmenleri ve arkadaşları ile kalabilmeye başladı.

Şimdi; nunnusu veya ben bırakıyoruz, nunnu götürmüşse bahçede bekliyor, ben işlerimi hallediyorum. 12'de gidip alıyorum. Arada mutlaka başkalarının (babaanne, dede, Fatih Ağabey, baba) götürmesine de özen gösteriyorum.

Bugün ben götürdüm mesela. Girişte biraz kalmamı istedi. Sınıfına çıktım, 5 dakika yanında oturdum. "Sen ne zaman hazır hissedersen o zaman gideceğim" dedim. Bir 5 dakika sonra, gitmek üzere olduğumu gelip alacağımı söyledim. Yanağımdan öpüp uğurladı :)

Sonraki postta kreşin bize olan katkılarından da bahsedeceğim :)

3 Kasım 2011 Perşembe

Çocuğu topluma emanet etmek, Türkiye'de?

Ben Can'ı, babasına, anneannesine, dedesine, babaannesine, dedesine, teyzesine, bakıcısına, yengesi ve amcasına, okulda Sema Öğretmenine içim rahat emanet ediyorum.

Kısa bir süre sonra servis şöföründen, çeşit çeşit öğretmene, bilmemne kursunun hocasından, arkadaşlarına, ve en sonunda bu topluma emanet edeceğim.

Son haberden sonra aklınız alıyor mu o 26 adamdan birinin veya 26 adam gibi bir milyon 26 adamdan birinin kendi çocuğunuzun da yanından geçmiş olabileceği gerçeğini?

Haberi okurken insanın tahayyül sınırlarını aşan bir "hikaye" okur gibi oluyor insan. Yuh der TVde görse bu kadar da olmaz.

Her toplumda, insanın olduğu her yerde başka başka insanlar tabii ki var. "Kötü insan" diye bir şey var. Ama artıyor sanki, ahlak ve toplumsal şefkat azalıyor sanki. Tecavüz bir şiddet suçu. Nasıl bir şiddete sürükleniyoruz.

Babam der ki eskiden ayda yılda bir cinayet haberi olur aylarca aynı haber konuşulurdu. Şimdi?

Topluma çocuk emanet etmek ne zormuş...

31 Ekim 2011 Pazartesi

Şu kreşin ettikleri (1)

Can'ı 36 ayı dolmadan ne oyun grubuna ne de yuvaya yollamak gibi bir niyetim yoktu. Geçen sene haftada 1 gün 1 saat bir oyun grubuna gidiyorduk. Bu sene de benzer birşey düşünüyordum. Taa ki iki numeronun haberini alıncaya kadar..

2 numero mayıs ayında gelecek inşallah. Can da tam 3 olacak o dönemde. Böyle düşününce ya bu sene hiç göndermeyecektik evde olacaktık seneye eylüle kadar, ya da başlayacaktık. Düşündük taşındık, hesap kitap yaptık, okul gezdik. Dedik ki tamam deneyebiliriz.

Okulumuzu bulduk, içimize sindi. Sonraki postta anlatacağım +ları ve - leri ile beraber. Mükemmel okul diye birşey yok. Bence zaten hayat mükemmel değil. Esas amaç hayatın o eksikliği ve namükemmliği içinde huzur içinde durabilmek. Sallanmak, devrilmemek, devrilmek, tekrar kalkmak, kalktığına sevinirken yine devrilmek, tam o noktada durumla dalga geçebilmek..

Neyse, Can şimdi "okulda". Biz okul demedik o dedi. Haftada 3 gün 2 saat kalıyor. Nelere şaşırdık biliyor musunuz? Kreşe başladığından beri şunları yapıyor: (ama bunların hiçbiri spesifik olarak kreşte yaşadıkları değil. Gelişim öyle bir şey ki siz bir yerinden tutunca o alıp yürüyor). Bir sürü şarkı söylüyor, donunu, pijamasını, terlik ve ayakkabılarını kendi giyiyor, iki ayak üstünde süper zıplıyor, hayvanlarını konuşturuyor, kelime hazinesi gelişti, dün yolda bayrak gördü : "Aaa anne bak ben bundan yaptım okulda" dedi. Yaşantılarını eve de taşıyor.

Bir sonraki postta yuva seçim ve bizim yaşadıklarımızı da anlatacağım. Bu arada şunlar dökülüyor ağzından:
"Baba dikkat et eline, çok sıcak"
"Annemi sevdim, öptüm, annem güzel"  :)))
"Ayıcık bak bunları ben yaptım, aferin Can'a"

25 Ekim 2011 Salı

Van depremi, yardımseverlik, benden sonra kalacak olanlar..

Bu sabah Can'dan erken uyandım. Sabah 6'da kalkıp yanımıza gelmiş, misler gibi uyuyordu. bir eli benim yanağımda, bir eli babanın elinde... Sonra pencereden daha aydınlanmamış havaya baktım. Pazar günü saatler alınacak, hava erken kararacak amaaaan yine kış geldi diye düşündüm. Öyle 17 civarı hava kararınca erkenden, gün bitmiş, zaman dolmuş hali geliyor..

Sonra tabii kendi başına gelmeyen her travmanın ardından "benimki de dert mi?" diye düşünme halleri. Oradan evlat acısının asla empati kurulamayacak, o sızının ömür boyu geçmeyecek olduğunu düşünme. Tahmin etme diyemiyorum.. tahmin bile edilmeyecek bir kesit. Hayatının  dikey olarak kesilmesi, o kesitin de ne bir daha dolması, ne tamir olması, ne de unutulması... Elinden sabır dilemekten, kendini şanslı saymaktan ve de suçlu hissetmekten başka birşey gelmemesi.

Sonra da ben de bir gün öleceğim gerçeğine gelmen tekrar.. Ardından saat 6 buçuk olmuşken ben yoksam hayatta oğluma ne kalsa ona yeter diye düşünmeler... Hangi değerleri versem huzurla yürür, hangi şekilde sarmalasam mutlu olur diye korkmalar..

Depremde hepimiz "yardım" ettik kendimizce.. Para, giysi, yiyecek, dua hepsi.. Çünkü insan olmak ilk olarak karşısındakinin acısını anlayabilmeden geçiyor. Orada canı acıyan biri varken senin kendi huzurundan şüphe etmenden geçiyor. Altında biraz da "hayatta kalmanın getirdiği suçluluk" duygusunun yattığı malum... Ama işte ben en çok bunu isterim Can için. "Yardım" istemeyi ve "yardım" etmeyi bilsin. Merhamet ve şefkatin çok önemli iki değer olduğunu düşünüyorum. Çünkü işte bu iki değer seni trafikte adamın üstüne yürümekten, paranın hayatının efendisi olmasından, insan ilişkilerini iyi tutmana kadar herşeyin manivelası..

Bizim evimizde 10 liranın 5 lirası ihtiyacı olana gider, fitre zekat atlanmaz, kimin neye ihtiyacı var bilinir, yemek dağıtılırdı. Belki de bu yüzden ben ne gördüysem onu aktaracağım Can'a ve iki numeroya.. O manivela kıymetli, kaybetmemek lazım..

21 Ekim 2011 Cuma

10 hafta 2 gün

Şu hafta işi henüz hamile olmayanlar için şifre gibidir herhalde. Ama ben mesela daha çok hep üste yuvarlıyorum. Bana sorsan 10 hafta 2 gün değil, bayağı 11 haftalık hamileyim, hatta ilk trimesterin bitmesine 1 haftacık kaldı :)

Tahlilleri yaptırdık. Bu sefer TSH istenenin biraz üstünde olunca ilaca başladık. T3 ve T4 değerlerimize de bakılacak.. Bakalım 4 haftada bir kan vereceğimden sürekli "amanın damarlarınız ne kadar ince" "siz de kelebekle alıverin o zaman" sohbetleri artacak demek ki...

Tipik hamilelik halleri 2 numeroda da sürüyor. Tekmelesin, ittirsin istiyorum :)) En ufak bir gaz sancısını "amanın!" diye sevinçle karşılıyorum, çok komik :)

Şimdilik 1 kilo aldım. Bulantı bıdı bıdı yok. İyiyim, iyiyiz :))

Şu kreş işini etraflıca yazamayınca araya 2 numero yazıları sokuşturuyorum ama artık hafta sonu yazarım sanırım.. :)

16 Ekim 2011 Pazar

Bu nasıl bir pazardır?

Nasııııııl yoruuulduukkk size anlatamam!
Caniko 3 gündür ufak ufak hastalık sinyalleri veriyordu, dün tavan yaptı, bugün daha iyiydi.. Amaaaaaa mızık, ağlak, yemeyen, uyumayan (yiyemeyen-uyuyamayan), oyun oynayamayan, sık sık az az kaka yapan bir kuzucuktu :((

Şimdi misler gibi uyuyor, keyfi de iyi..
Ama 28 aydır bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. Anneanneden gelen iki sütlacı gövdeye indirdim gerçi arada :) Baba desteğine rağmen bayıldık..

Bir de stres olup yorulunca iki numero için de üzülüyorum. Şimdiden iki çocuklu anne oldum galiba :)) Birinden alıp öbürüne veriyormuşsun/veremiyormuşsun gibi bir his..

3 günlük aradan sonra yarın sabah oyun grubumuza gidiyoruz. Can herşey için evde "Semaörtmen öğretti"deyip duruyor. Hayır ben hamilelikten beri şarkı söylerim, iki satır öğrenmedi, şu anda 5 farklı şarkı mırıldanıyor.

Geçen gün evde "heyyooo heeeeyyooooo" diye bir şarkı söylüyordu. Çözemedik ne olduğunu. Meğerse "hello" diye bir şarkı öğrenmişler :)))

Bir de bu ara yakaladığı ile "kutu kutu pense" oynuyor. Arkasını dönme kısmının repliği değişik: "Aaaaa hiç bir şey yok!"

15 Ekim 2011 Cumartesi

Bu kış..

Bugün Can'ın hamileliğinden kalan bir elbisemi giydim :)
Ne güzel bir his..
O zaman daha bir çocukmuşum gibi hissettim nedense.. şimdi neredeyse 2.5 yaşına gelmiş bir oğlum var, bir de üzüm tanesi var :))
......
Dün gece Can'la evde kendiliğinden gelişen "hızlı yap anne - yavaş yap anne" oyunu oynuyorduk. Bir süre sonra enerji patladı ve Can sürekli "hızlı anne" " yavaş anne" diyerek cozuttu :) En sonunda şöyle diyordu; "çok hızlı anne".. "Çok hızlı anne" aşamasından sonra ne gelecek diye beklerken cümle geldi:
"Biraz daha çok hızlı anne!" :))

10 Ekim 2011 Pazartesi

İkinci gebelik halleri :))

Herkese iyi dilekleri için bir kez daha teşekkür ederim. "Maşallah"larınız çok kıymetli, darısı isteyen herkesin başına :) ... gibi geleneksel bir girişin ardından gebelik hallerini anlatacağım biraz. Çünkü bence çocuğu olan her kadın hayatında en az bir kez daha "bebek sahibi" olmayı aklından geçirir. İdeal yaşı düşünür, kendini, bedenini, eşini düşünür... Zorlukları devrilir zihnine, sonra emzirme, sonra geceler, gündüzler... Bakalım beraber göreceğiz :))

Öncelikle ikinci gebelikte ööle ayağımı uzatayım, elime alayım kitabımı, kocam da kafeinsiz kahvemi getirsin durumu yok :) Kendiniz dahil hamile olduğunuzu unutuyorsunuz. Bu sefer daha bir yaşam olayı gibi projeden çok. Çünkü zaman yok, enerji yok, gündemde 2 yaş 5 aylık biri daha var :))

Ağrı-sızılar var. Rahim ve karın kaslarının gevşekliğinden dolayı -bugün dr daha ayrıntılı anlattı aslında ama özetle bu nedenden- ağrılar daha belirgin.

Geçen sefer "ay hadi karnım çıksın artık" diye belimi geriye atıp yürürken, şimdi beni gören insanların zihninde "hamile mi acaba?" sorusu gelecek kadar çıktı bile göbek. Artık bu doğumdan sonra eski halime ne zaman dönerim, bilinmez:))

Garip bir suçluluk duygusu var. Öyle günlük tutayım, 3 ceviz yiyeyim, süt içeyim de pek yok... Bu da suçluluk duymanıza sebep oluyor...

Ama işte çok güzel yine :) Mucizeye bir kez daha tanık olmanın ayrıcalığı var. Biraz rahatlık var :)
"İki çocuklu anne" olmak üzere annenin hafiften tırstığı anlar da var... :))

8 hafta 5 gün :)

Çok mutluyum :)
İçimde yine kalbi 180 atan 8 hafta 5 günlük bir mucize var :)
Dualarım, bu yolculuğumuzun ve sonrasının da sağlık dolu geçmesi üzerine sadece :)

Akşama uzun yazacağım :)

9 Ekim 2011 Pazar

Git başımızdan teribıl tu!

Bu teribil tu oğlumla arama giriyor, şikayetçiyim kendisinden! Bir git, çocuğumu bana bırak demek istiyorum.. :)
Şimdi aşağıda yazacağım örneklerden gün içinde abartmıyorum 6 tane falan oluyor. Birinde sabretmeyi, diğerinde dikkat dağıtmayı, öbüründe susmayı, berisinde babaya havale etmeyi deniyorsun. Ama akşam geç saatte veya uykusuzken gelen saldırılar karşısında süngün düşüyor.

Misal bir diyalog:

A: Can cıbıl gezme, donunu ve pijamanı giy lütfen!
C:Yoook anne cıbıl gez cıbıl uyu..
A:Peki 5 dakika bekleyelim...
(Bu bazen işe yarıyor, 30 sn saniye sonra geliyor anne giydir diye. Çekişmeyince zevki kalmıyor diyor herhalde :) )
A: Can kırmızı mı yeşili mi giyeceksin?
C: Bunu giydir
A:??!!!??? (Gösterdiği şey halı, kumanda, perde vs olabiliyor)
A: O olmaz annecim hangisini giyeceksin?
C:Bunu (neyse kırmızıyı seçti)
A: Hadi gel giyelim (Tek ayağı tam geçirmişkeennn)
C: Yok, yeşili giydir..
A:Peki annecim gel yeşili giyelim..
C:Yookk odadan sarıyı getir...
A: (Allahım ya sabıırrr)
C:Bunu giy.. (yine kırmızı)

Bazen sonsuza kadar sürecek gibi geliyor..

Şimdi böyle anlatınca ters bir durum yok. Yani öyle uzayan bir giyinme seremonisi alt tarafı diyor insan. Ama neyi fark ettim biliyor musunuz? Çocukların zamanları öyle geeenniiişşşş ki.. Ona ne birazdan yatılacağından. Ya da niye 6 kez giyip çıkarmayayım donumu? Zaman mı dar? Zaman dar? Dar ne?

Yetişkinler çocukların "çocukluk" hallerine dayanamıyorlar bazen..
(Bu yazıyı Can uyuduktan 2 saat sonra yazdım. 2 saat önce yazsam ne yazardım emin değilim :)) )

6 Ekim 2011 Perşembe

Bol bol post :)

Dün iyi ki yazmışım, sanırım bu yazma işi balık tutmak gibi.
Biraz beklemen gerekiyor öyle sabırsızsan olmuyor. İlk balığı tutunca sanki tüm gün beklemeye devam edebilirmişsin gibi geliyor.. İlk yazıyı yazınca da ne çok yazarım daha diyorsun :)

Sırada yuva girişimlerimiz var anlatmak istediğim.
Hem anne hem de uzman gözüyle bu ayrışmayı yorumlamak istiyorum.
Can yarın ikinci haftasını tamamlıyor. Evin içinde bir "semaörtmen" fırtınası esiyor :))

Bir de haberim var verilecek ama onun için pazartesi akşamını bekliyorum :))
Can'ı yedirip, yıkayıp uyutayım, halim olursa yuva maceramızı yazacağım akşam..

5 Ekim 2011 Çarşamba

Bir nokta..

Bloggerın eski formunda bir sorun var, yazılarımı yayınlayamadım. Yeni ara yüze girdip oradan yayınladım. Ama paragraflarımı yemiş.. çaresini bilen?

Ya koruyamayacakların?

Öncelikle: Erkİpek, sadık okurum:) : yazıyı yazdım ancak sonra sildim, anlatırım bir ara neden sildiğimi, o yüzden göremedin yazıyı, gel sen bunu oku :) En bebekken sarılıktan koruyarak başladık bol emzirerek. Hatta öncesinde kafeine, alkole, strese hoşçakal deyip senin rahmindeyken korumaya başlıyorsun. Büyürken, kazalardan, hastalıklardan, düşmesinden, aç kalmasından koruyorsun. Sonra bir an geliyor bunların büyüdükçe ne de fasa fiso olduğunu görmeye başlıyorsun.. Yani fasa fiso demeyelim ama daha ne büyük hacimli zararlar gelebileceğinden haberin olmuyor... Mesela, insanların haşin yorumlarını duyacak daha.. Cesaretini kıracak saçma insanlar konuşacak yanında.. Yaratıcılığına darbe indirecek "bu hiç buluta benzememiş ama" lar duyacak.. O oyuncağını paylaşırken diğerinin neden vermediğini görecek.. Notlarını karşılaştıran öğrenci arkadaşları, "bak isteyince oluyormuş" diyen öğretmenleri olacak.. Kötü tablo ama olacak işte.. En basidinden "okul" a gidince bir sürü "kalıp" görecek bireysel farklılıkların muhteşem bir şekilde eritildikten sonra döküldüğü kalıplar.. Karamsarlıktan yazmadım bu yazıyı. Sadece bunlarla karşılaştığında Can'ı nasıl yetiştirmiş olursam minumum hasarla atlatır? ve var olan hasardan da nasıl bir şey öğrenir diye düşündüm.. Kendini sevebilmesi, kendini yetkin görebilmesi, saygı duyması, başkalarının fikirleri dinlemesi ama kendi fikrini daha çok dinlemesi, "niye?" diye sorabilmesi yeter mi acaba?

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Çocuğun 2 yaşındayken kendine soracağın 10 soru

1.Şu an uyardığın şey gerçekten uyarmaya değer mi? (Yani uyarmasan sonucu çok farklı olacak mı?)

2.Peki şu an kızdığın şey kimin sorunu? (O'nun güvenliği tehlikede mi? yoksa sen mi duruma "gıcık" oluyorsun)

3.Öfkeni nasıl belli ediyorsun? "Anne kızdı" derken kuzucuk bunu nereden anlıyor? (Unutma ki O da aynı şekilde gösterecek öfkesini)

4.Kızdığında ardını açıklıyor musun? (Kızmak tamam da, duygunun ardında yatan durumu da biliyor mu kuzu?)

5."Hangi kreşe vereceğim?" sorusundan iki çıt önce, "Çocuğumun bağımsızlık becerilerini desteklemek ve O'nun bir kurumsal yaklaşımın içinde huzurla bulunması için elimden gelenin en iyisini yaptım mı?" diye sordun mu?

6.Günde kaç kere "yapma, düşersin annecim, yavaş yürü, ağlama, bağırma" dediğinin farkında mısın?

7.Seni zıbıtırken de görüyor mu 2 yaşındaki oğlun/kızın? Yoksa fazla anne anne misin?

8.Baba ile sarılıp öpüşüyor musunuz? :)

9."iyi çocuk" olsun diye "kötü" özelliklerini görmezden geliyor musun? Ya da bastırıyor musun? Ya da kabul edemediğinde ne yapıyorsun?

10.Kendini her halinle, öfkenle, sinirinle, hüznünle, paniğinle, saçmalıklarınla, hatalarınla kabul edebiliyor musun? En önemlisi de bu!!

Sorular kişiye -kendime- özel hazırlanmıştır, feyz almayınız, takılmayınız :)))

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Bağlaaaadııımmmm bağladıımmmm!

*Uçakta Can heyecanla anonsu beklemektedir. Çünkü anons gelince uçak kalkar. Anons başlar anlatmaya. Çıkışlar, inişler, can yeleği bıdı bıdı.. En sonunda; "kemerlerinizi bağlayın" türünden bir cümle gelir. Can dayanamaz, kemerini gösterip yüksek sesle haykırır: "Bağlaaaaadımmmmm, bağladıııımmmm!"

*Baba tekrarladığı cümlenin ardından gayri ihtiyari sorar: "Kime diyorum ben?, aloo?" Can cevap verir: "Can'aaaaaa".

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Yargılar, kalıplar, beklentiler.

Çok afilli 3 kelime.
Bu afilli 3 kelime çocuk yetiştirirken sizin canınıza okuyor.
Birinden kaçsan öbürüne tutuluyorsun.
Bazen hani bir kırmızı ışığa takılırsın, sonra hepsine takılırsın, onun gibi üçüne de bodoslama dalıyorsun.

Benim işim "çocuk" olunca bir de bu 3 kelimeye vicdan azabı, doğrusunu bilip yapamama, yanlışını bile bile yapınca acaip b.ktan hissetme de katılıyor. Valla çok açık olayım, benim bu işin içinde olmamdan edindiğim faydayı seve seve geri verip yerine içgüdülerimi alabilirim. Çünkü içgüdü sağırlığı kötü bir şey. Sağır gibisin duyamıyorsun içinden gelenleri.

Her zaman meslekle ilgili değil aslında kalıplar.
Mesela "çiş eğitimi yazın verilir" kalıbının içine sıkıştırmayı düşündüğün bir pipi olabiliyor.
"Benim çocuğum hiç yemek seçmez, her şeyi yer, üstelik kendi yer" gibi bir beklenti/yargı/şema seni zıbıtmaya teşvik ediyor.

Şu anneliğin 26 ayında öğrendiğim en net şey şu ki; çocuğunu olduğu gibi kabul etmek ve geçtiği dönemlerde o halinin elinden tutmak en zor kısmı. Galiba zaten "kabul" etmek zor bir şey. Çocuk olunca bunun masterını yapıyorsun :)) Bloğun eski okuyucuları bilir, dön dolaş bu kabul mevzusuna geri dönüyorum...

Geçenlerde Can'a babaCan dedi ki, "Aaa Can süper, karpuzların hepsini yemişsin" Can: "Maşallah!". Ben burdan kurdum kurdum. Amanın nelere feedback verdiğimize dikkat etmek lazım. Sonra dedim ki, ya bu da naturel değil ki... Yani öyle textbook anne çok gıcık olabilir bence. Daha doğrusu doğal olmayabilir.

Mesela bazı anlar oluyor. "Anne" olduğumu unutup, daha doğrusu anne kimliğimi önde tutmayıp, Can'la olduğum zamanlar. O zaman gözlerindeki ışıltı resmen başkalaşıyor. Eğlenmek değil tam mesele.. İşte öyle yargılarından arınıp bırakabildiğin anlar..
Ne güzel tüm hamilelik yoga yapmıştım. Esas şimdi lazım bence..

Hani annelik ve zor konulara başlamıştık ya, bence öfkeli hissetmek eğer bir numarayı alırsa, ikinci kabul edebilmeyi, üçüncüsü ne zaman esneyeceğini bilebilmeyi alır..

Daha çok ve sık yazmak istiyorum eskisi gibi..

31 Temmuz 2011 Pazar

Gölgesini öpen çocuk...

Can 26 ayını bitirdi. Gölgesini öpen bir çocuk oldu :) Dün tatilin son gününde "Anne bak Can'ın gölgesi, benim gölge!" dedi, eğildi, şap diye öptü gölgesini! Komik haller vesselam..

2 yaşı devirince bir haller oldu. Her gün yeni bir macera yeni bir hikaye ile karşımızda. Ama açık olalım zor da bir dönem. Teribıl tu deyip geçemediğin haller oluyor. İkna mı etsem, kestirip atsam mı, ben anneyim başka açıklaması yok mu desem karışıyor insan..

Yemeklerde daha seçici, uykuya daha az hevesli oldu.. "Büyüyor" hepsinin paydası aslında.. "Anne karnabahar sen ye, Can makarna ye" :) dediğinde hımmm deyip kalıyoruz... Bu hımm deyip kalma halleri gırla gidiyor.

Çok komik, anlatmasam olmaz. Öğlen uykusuna yatarken süt istedi geçen gün. Kendimce "gece" kavramını anlatacağım ya, "Tatlım süt akşam olunca hani pijamaları giyince dedim". Tabii ki tahmin ettiğiniz gibi odasına koşup, çekmeceden pj leri alıp, "Anne picaca giydir, bindindi (biberon) yıka, süt koy, Can'a ver! dedi... Ne diyiim?

Kış çok yoğundu, ilkbahar da.. Kendimle ilgili hallerden bloğu açıp da iki satır yazasım yoktu. Yazsam da kendimi anlatacaktım.. Aslında hala öyle galiba :) Mesela şunlar hakkında yazmak istiyorum: ikinci çocuk hayalleri, annenin çocuk kalma hakkını kullanması, yetişkinlik süreçlerindeki takılmaların anneliğe olan etkileri (bu bayağı öznel :) ), annenin "dayanma noktası"...

Bakayım yakınlarda Can fotosu var mı, bir de foto yükleyeyim. Bu arada son gelen yorumları hep atlamışım, bakacağım arkadaşlarım... İyi haftalar diliyorum..

13 Haziran 2011 Pazartesi

Zor konular 1: Annelik ve Öfke

Size olmaz mı sanıyordunuz?
Ya da ben öyle sanıyordum..

Ben ne olursa olsun öfkelenmem, kızmam, bağırmam sanıyordum. İnsan üstü bir varlığım ya ben..

"Çocuğuna kızma" nın yarattığı ikili delilik halini yaşadınız değil mi?
Hani kendinizin neler yapmaya "muktedir" olduğunuzu keşfettiğiniz hatta kendinizden korktuğunuz ilk andan bahsediyorum...

Başka insanların çocuklarına vururken cık cıkladığımız hallerine yakın hissettiğiniz an..

O başka insanların nasıl "o ana" geldiklerini anladığınız an..

Benim annelikle en büyük imtihanlarımdan biri öfke duygusunu anneliğimin içine sığdırmaya çalıştığım andır.

Öfke üzerine az konuşabiliyoruz. Öfkeyi yok sayıyoruz. İnsani bulmuyoruz. Hele hele anneliğin altına sokamıyoruz.. Halbuki siz hiç 12 saat uyumayan bir annenin başında hale gördünüz mü? Ya 45 dakika uğraştıktan sonra 15 dakika uyuyup uyanan bebeğin annesinin başında?

Tüm uğraşlarına rağmen "yemeyen" çocuğun annesinin sesindeki tona şahit oldunuz mu?
2.5 yaş krizlerinin ortasında zihni kalbi ve bedeni bitap düşmüş annenin birazdan vereceği tepkiyi vermemek için kendini nasıl da sıktığını, o uyuduktan sonra içini balkondan su döker mi foşşş diye boşaltmak istediğini?

Bunu yazıyorum, çünküsü yok. Öfkenin nasıl herr annenin hissedeceği bir duygu olduğunu fark ettiğimde etrafımda benimle birlikte ayda yürüyen diğer insanları görmüş gibi olmuştum...

Buna giriş diyelim.. öfke hakkında biraz daha konuşalım.. sonra da diğer zor konulara girelim..

3 Haziran 2011 Cuma

Değişmeyen tek şey değişim iken...

Sen nasıl olur da değişmeyeceğim diye tutturursun be kadın!
Bak bahar dalı da fena durmadı bence...

Oğlan büyüyor diye yas tutmak ne menem bir şeydir, küçülen bodyleri atamadığın gibi..

Emzirme tekniği, uyutma şekli, katı gıda püresinden ibaret olmayan annelikle baş edemeyince, doğru bildiklerini uygulayamayınca, yanlış saydıkların başına gelince bir kal geldi değil mi itiraf et... :)

Devam ediyoruz şimdi, mola aldık diyelim :)

Yazmak istediğiiim çooook şeeyyy var, biraz daha anneliğe dair.. Anneliğin ulvi ışığına değil, insani yanına yönelik..

Yeni yazım gelene kadar Can'ın yumurtadan yaptığı aydedelerle başbaşa bırakıyorum sizi...:))

20 Mayıs 2011 Cuma

Bugün Can'ın doğumgünü/Ne olacak bu bloğun hali?

Can 2 sene önce bugün 07:24'de gelmişti aramıza. Beni anne, bizi aile yaptı..

Şimdi "içi" yaşında. Çok tatlı oldu. Çok büyüdü. Blog da görevini tamamlıyor galiba. Hala anlatacak çok şey var. Unutulmaması gereken çok anekdot..

Ben ise hala yazmak istiyorum. Zamansızlık mi diyelim, yoksa artık Can'ın "bebek"likten birey olmaya geçişi mi, yazamıyorum.. İstemediğimden değil yoksa..

Oğlum, iyi ki doğmuşsun, iyi ki benim oğlum olmuşsun.. İyi ki beni annen yapmışsın...

25 Nisan 2011 Pazartesi

Yaza yaza yaz geldi :)

Ya da yazmaya yazmaya bahar bir türlü gelemedi :)
"Yazmazsam olmaz" dediğim yüzlerce şeyden aklımda olanları listeleyerek başlamak istiyorum :)

Son 10 gündür dil gelişimi tavan yaptı! Kelime sayısı, kullandığı kelimeler, eylem bildiren kelimelerde muhteşem bir artış var! Sürekli, "giy", "tut", "in", "tak" modunda. Esas arada yakaladığı kelimeleri tekrar edişi çok komik oluyor :)

Sayı saymaya başladık, ardışık olmasa da çok tatlı: biii, içiii, dööttt, aytıııı :)

Geçen gün beni ağlatan hali ise hep gözümün önünde. Anne baba yatağında boğuşmaca oynarken birden gelip babasını ve arkasından beni gelip iki yanağımızdan öptü. Hem de bir yanağı öptükten sonra eliyle çenemizi tuttu, yüzümüzü çevirdi ve diğer yanağı öptü :) O kadar şefkat ve sevgi gösteriyor ki bu ara, gözlerimiz hep dolu dolu :)

Bir de hastalık atlattık 2 hafta önce. Hiç anlatmak bile istemiyorum. Geçti bitti diyelim :)

Yaz için heyecanlıyız. Zira bahçe, hortum ve banyo en sevdiği oyun alanları. Şöööyle bırakayım oynasın saatlerce.

İnsan nasıl büyüdüğüne hayret ediyor! Her şey o kadar hızlı akıyor ki, küçülen kıyafetlerini bırakamıyorum sanki büyümesini yavaşlatmak istermiş gibi...

27 Mart 2011 Pazar

İyi Kötü Çirkin

Bu postu okuyan gruptan çocuğu 22 ay ve üzeri olanların; "hay ağzını öpeyim, aynen öyle!" demeleri beklenirken, henüz 22 aya ulaşmamış okurların korkuyla kaçmalarından endişeleniyorum :)). O yüzden korkmamaları için önce şunu söyleyeyim, çooooook lokuuuum oluyorlar büyüdükçe, karşılıklı diyalog kurabilmenin yerini hiç bir şey tutamaz :))

Dedikten sonra gelelim pazar günümüze... Caniko bu ara "Anneye yapışma günleri, volume 15" şeklinde yaşıyor :). Üzerimde maksimum yüzey kaplamaya çalışarak, "anne kuga" nidaları ile simbiyotik bir ilişki içindeyiz. Keyifli olduğu da oluyor, annecim bir in üzerimden dediğim de.

Duygusal gelişme, zihinsel koşturmaca, sözel ivedilik. Ne derseniz deyin, 22 ay çocuğu "gitmek mi zor kalmak mı zor" melodisi ile yaşıyor. Hem ayrılmak istiyor, hem de aynı oranda yapışası geliyor. Söylerlerdi de inanmazdım. Giyinmek, soyunmak, arabaya binmek, arabadan inmek, bez takmak, bezi çıkarmak, hadi gidelim yok yok kalalım durumları bizde başladı.

Bu akşamüstü Büyükada'dan dönüşte asansörün önüne attı kendini... Bir ağlama, bir öfke kalakaldım. Taktik bekliyorsunuz ama nafile :)))) Sakinleştirdim biraz, biraz bekledim, biraz baba çağırdı vs. Ama işte insan fark ediyor ki, bir dahaki sefere "ya geçen sefer şu çok işe yaramıştı" dediğin yöntem öbüründe zinhar sökmüyor!

Bu dönemde çelik gibi sağlam sinirler, sandal ağacı gibi sakin bir ruh hali ve dervişlere özgü sabrınız yoksa eğer zaman zaman iplerin kopma anı geliyor. Bu akşam bende o kopma anı bez değiştirmeyi istememe, evde çıplak popo gezme talebi ile vuku buldu. Bir şekilde çözsek de sorunu şunu geçirdim içimden: bazen anne baba çocuk sarmalı long ısland ıce tea gibi bin çeşit alkolle yapılmış kötü bir kokteyl gibi oluyor.

Çok değişken var ya ve bunlar bazen zamansız bir araya geliyor ya o zaman işte her şey tepe taklak oluyor. Sen uykusuzsan, o uykusuzsa, o açsa sen toksan, sen açsan o toksa, sen yorgunsan o red bull içmiş gibiyse, sen de o da gün içinde çoook yorulmuşsanız tolere ve tahammülün t'leri ters dönüyor.

İYİ: Kokteyl içimi kolay, lezzetli ve keyiflidir. Çocuk toktur, uykusunu almıştır, anne/babanın keyfi yerindedir, mıncır mıncır bitmez.

KÖTÜ: Çocuk anlayamadığımız nedenlerden dolayı error verir. Diş dersin, büyüme atağı dersin, büyüyor dersin, yok anneyi özledi dersin.. Nedenini bulamazsın ama idare de edersin..

ÇİRKİN: Beklersin ki bir saat uyusun da bir kahve içeyim. Yarım saat sonra uyanır. Sabaha işin erkendir, o gece 4 kere kalkar. Yemeği özenerek 3 saatte yaparsın, yemez. Planın vardır, toptan değişir. 22. ay ve sonrasında bu tür postları çözüm yolları ile birlikte yazacağımı ümit eder, sizi Büyükada fotoğrafları ile baş başa bırakırım :)) Herkese iyi haftalar olsun..

25 Mart 2011 Cuma

İki yaş dumurları

Ya cidden anlaşılmaz bir dönem bu 22 ay dönemi.
Gece uyumadan önce aklında ve elinde olan, biraz saklama yöntemi ile unutturduğumuz(u sandığımız) "vııınn" elektrik süpürgesi krizi sabah 05:45'de hortladı!!

Can uyandı.
Vııın dedi.
Gittik tamire gitmek için koridorda bekleyen süpürgenin yanına.
Can bir eline hortumu bir eline demir çubuk kısmını aldı.
Veeee
Uyudu!
Bariz ayakta uyudu :))))

Hem uyuyor, hem elinden alayım deyince çığlık kopuyor.
Sonra küt yine uyuyor :)))

Oldu saat 06:15.
Gel seninkini alalım, yatağında beraber uyuyun dedim de ikna oldu.
3 gecedir elektirik süpürgesi ile uyuyor.

Bu arada fotoğraf çekecektim ama ayakta uyurken devrilir diye yanından ayrılamadım :))

23 Mart 2011 Çarşamba

22. aydan enstantaneler..

Anne Can'a seslenir: Can, elleme prizleri (ama 158 bininci kez söyler), açacağım yoksa bayrakları!

Can: Açççççç (tabii ki kikirdeyerek:) )

.......

Can'ı uyutma anlarından bir anda Can yatağın dışındadır ve babaya baybay yapar sol eliyle. Anne babaya der ki, sana çık diyor galiba. Baba cevaplar "Can'cım şimdi uyku vakti" (gitmiyorum anlamında :) )

Can döner ve annesine el sallar sağ eliyle :) (sen git bari :) ). Anne de aynı cevabı verir..

Can iki elini aynı anda sallayarak odadan kikirdeyerek çıkar :)

15 Mart 2011 Salı

Bu sabah..

Bu sabah Can ile kahvaltı ederken, "bababa" deyince hangi şarkıyı söylemem gerektiğini belirtti kendisi : "Erkeeen yatarrrımmm, erkeeen kalkaarııım".

Ekmek ve peynirli bölümlere geçmeden önce, ekmeği, peyniri, sütü gösterdi masada duran, çok tatlıydı :)

Ahtapot, yengeç, puzzle, teşekkür ve hoşçakal demesini duymanızı öneririm:)

Not: Blog yasağı yüzünden yazamıyordum, yazmayı ve anlatmayı özledim, ama blog bende hala açılmıyor :(

16 Şubat 2011 Çarşamba

Teribıltu (İki yaşına geliyorum boru mu?)






Resimler hakkında: Çekmeceyi açtım, kapları çıkardım, dizdim, anneme seslendim "ççufff çuuuf!". Annem çok mutlu oldu , alem kadın :)

Yani kardeşim insanları anlamak ne zor. Büyürüm "Amaaan ne çabuk büyüyor, zaman geçiremiyoruz" derler. Bebek kalsam, o ayrı dert. Dedemin hoş bir anekdotu vardı, tam hatırlamıyorum, yazsa ne güzel olur, insanları anlayamamakla ilgili...

Çok diyeceklerim var çoook.

Annemi çok severim. Anne sonuçta, sevilir. Ama bugün ilk zılgıtımı yedim! Tükenmez kalemle annemin "yapma!" demelerine kulak asmadan beyaz koltuklarımızı çizdim. Annem hemen hemen her şeye izin verir. Ne bileyim, evin içini öyle çok değiştirmediler, ellememem gereken az şey var. Ama bugün kızdı bana, aslında neye kızdığını anladım.

Yapma dediği şeyi yapınca çok kızıyor. Mesele koltuğu çizmek değildi. Ama ben ona sinyal yolladım halbuki, yapma deyince omzumu silktim, kaşmı çattım. "Yapma" dediği için kıymete bindi beyaz koltuk :) Annem de bu sefer dikkatimi dağıtmadı. Bu konuda pek anlaşamıyoruz. Bakıcı ablam idare ediyor hemen beni. Ama annem biraz zarar gelmez diyor ağlamamdan veya hayal kırıklığına uğramamdan.. Annemdir, haklıdır.. :)) (Bu kısma sanırım annem müdahale etti :) )

Yani iki yaşa doğru bana bir haller oldu. Her şeyi ben yapmak istiyorum mesela, elim sürekli göbeğimi işaret ediyor, "men" diyorum hemen. Ya da annemler anlayamıyor bazen beni. Böyle böyle alışacağız sanırım :)

Aslında çok örnek var ama ara ara yazacak annem. Bu 21.ay muhteşemmiş bu arada.. Kelimelerim arttı, bazen çişimi kakamı söylüyorum, keyfim yerinde :)

Tüm okuyanları öper, saygıyla selamlarım :)

8 Şubat 2011 Salı

Beceri mi Bireysellik mi?

1 yaşını deviren her çocuğun annesinin yaşadığı gibi, ayaklanan, yürüyen, koşabilen, konuşmaya başlayan ve bambaşka bir şeye dönüşen evlada adaptasyon yine zaman alıyor. Şimdi tabii "Amaaan eskiden adaptasyon mu vardı?" konulu bir yazı da olabilirdi bu ama değil. Onu da yazarız inşallah.

Bugün demek istediğim başka bir şey var.

Yemek yemek, üzerini giyinmek, elini yıkamak, dişlerini fırçalamak, tabağını masadan kaldırmak gibi eylemlere ben iki açıdan bakıyorum:

1.Beceri olarak çocuğun "yapabilitesi".
2.Bireysellik alameti olarak çocuğun buna ne kadar "maruz bırakıldığı". Biliyorum maruz bırakılmak aslında olumsuz bir ifade. Ama ben özellikle bunu seçtim. Çünkü çocuğun kendiyle ilgili işlere maruz bırakılması taraftarıyım.

Doktorumuza gidince gelişim testinden maddeleri sorarken insanın aklına "evet" ve "hayır" cevabı dışında, bir de "denemedik, bilmiyoruz" ve "isterse yapar" seçenekleri de gelir.

Ben işte o "isterse yapar, ama biz izin vermedik"çi anne olmaktan çok korkarım. Bu nedenle bizim evde ara sıra Köle Isaura'nın 2011 versiyonu çekiliyor gibi oluyor :)

Can'a işini gücünü kendi yapsın diye "Aç çocuuum kendin", "Çek şu taraftan bak olacak" gibi yönergeler verip duruyoruz. Hoş zaten işine gelmezse yapmıyor, anneeeaaaeeee diye gelen sesten anlıyorum ki, "Ben bunu yapamadım bir zahmet yardım eder misiniz?"

Neyse yani çocuk bir şeyi yapamıyorsa, önce "yapabilitesinden" sonra da Urfa'da Oxford olduğundan emin olmak lazım :)

7 Şubat 2011 Pazartesi

Biraz daha büyüdüm...

Dün dedemlere gittik. Dedem bize çorba yapmış. Biraz acı olmuştu anneme döndüm "acı" dedim.

Sanırım emzikle vedalaşıyorum yavaş yavaş. Bence önceden de bırakabilirdim ama kısmet bu aya imiş :))

Herrr kelimeyi taklit ediyorum ama kendi hazinemden de vazgeçmiyorum, bakınız:
Agudi? = nerede?
Düdü = Süt
Mi = Ben/benim (Hayır, evde ingilizce konuşmuyoruz:) )
Ne = Can

Küplerden kule yaparım, yer silerim, portakal sıkarım, tabağımı bulaşık makinesine koyar ardından "bidi" derim. Annem ve babama kapıdan el sallar öpücük yollarım. 2-3 kelimeli cümlelerim bile var :)

"Baba vııınnn op op" : Babamın arabasında öp öp çalıyor.
"Anne jiji vınn" : Annemle arabayla gymboreeye gittik.
"Baba, fufu bababa": Babamla yumurtaya tuz koyduk :))))

Komiğim değil mi:)
Annem bir zahmet fotoğraf da eklese süper olacak, blog okuyuclarımı kaybetmek üzereyim nitekim..

1 Şubat 2011 Salı

Hayatın Referans Noktası Olarak Anne

Bu sabah annem işe geç kalmak üzere olduğu için, biraz da kar yağdığından endişelendiği için olsa gerek, benim elimde oynadığım araba anahtarını aldı. Pek de kibarca almadı. Demek ki birisi birşey vermek istemezse zorla elinden çekebilirmişim....

Akşam yemeklerimizi yerken dikkatim dağılınca sıkılıyorum. Ya daaa sıkılınca dikkatim dağılıyor. O zaman sofrada kendime eğlence arıyorum. Bazen anlıyor annem. Bazen mamaları yere atmıyoruz diyor. Demek ki "bazen" atabilirim, "bazen" atamam. Peki hangisi ne zaman?

Annem işten gelince hep kapıyı çalıyor. Anahtarı varsa bile. Çünkü ben zil sesine çığlık atıp koşarak gidiyorum, kapıyı açıyorum. Annem nasıl mutlu oluyor, ben de tabii. Demek ki, annem gitse bile geri geliyor, beni gördüğüne çok mutlu oluyor...

Annem geceleri beni uyuturken bana masal uyduruyor. Sonra kendi kendine "ay bu çok saçma oldu" diyor. Demek ki masallar saçma olamaz, halbuki ben çok eğleniyorum...

Gülüyoruz beraber. Annem bazen benimle aynı boyda oluyor yere eğilip. O zaman gözlerine bakabiliyorum, en içten o zaman gülüyorum. Demek ki annem "benimle aynı boyda olabiliyor" bazen diyorum..

Babam anneme sarılıyor işe giderken, "hayırlı işler, güle güle" diyor annem. Babam da "sağol" diyor. Demek ki ayrılık o kadar da kötü birşey değil...

Bazen kızıyor annem bir şeylere, bana mesela.Ben de ağlıyorum o prizi ellememe izin vermeyince. Sonra kucağına alıyor, sarılıyor, "anladım ben seni diyor, prizleri merak ediyorsun". Bir garip oluyorum o zaman.Demek ki ağlamak dünyanın sonu değil, annen bazı şeylere izin vermese de kucağına alıyor, hala annen, korkacak birşey yok..

En çok da şunu seviyorum. Annem beni görünce hep öpücük atardı uzaktan. Keyfim yerindeyse, ama annem tam yanımda değilse, yine de görebiliyorsam onu, el sallayıp öpücük yolluyorum. Demek ki annem uzakta da olsa kalbi benimle diyorum..

İmza:Romantik 20.5 aylık Can

30 Ocak 2011 Pazar

Anne olmanın romantizmi ve bazı günlük telaşeler..

Anne olmanın bir romantizmi var. Daha doğrusu ebeveyn olmanın.
Büyüdükçe Can, inanılmaz bir biçimde üzülüyor insan. Ne garip. Büyüyor diye üzülmek. Ayrışmak belki sancılı. Belki giderek birey olması. Belki hepsi.. Giderek ifade ediyor kendini. Diyalog kuruyoruz, büyülü...

Romantizm ise ilişkinin içinde hep var. Bazı anlar var, tanımlamak çok zor. O anlarda 24 saat 7 gün bir arada olsan kuramayacağın bir elektrik oluyor.. Nasıl anlatsam? Sarılıyor bazen. Ya da uzaktan öpücük yolluyor :) Ya da "anne" demesinin bir tonu var, "Annniieee" diye. "Canım annem" der gibi :)) Ya da sevdiği yemek varsa, teşekkür eder gibi bakıp gözlerinin içi gülüyor.. Bu romantizm değil de ne?

Günlük telaşeler var tabii. 21. ayın içindeyiz. Oturağımızı sosyal amaçlı kullanıyoruz :) Oraya çiş yapıldığını biliyoruz. Gidip oturuyoruz bazen. Sonra kalkıyoruz. Esaslı olarak ele almadım aslında. Şimdi düşünüyorum baştan hiç koymasa mıydım diye? Erken mi tanıştırdım acaba.. Sonra diyorum ki, "hazır" olması belirleyici faktör. Hazır olduğunda, sıra ona da gelecek..

Biberon ve emzik devam ediyor.. Emziğe düştük biraz. Gün içinde aramadı hiç. Ama tesadüfen gördük mü affetmiyoruz.. Biberon ise gece sütünde devam ediyor.

İş icabı :), biberon, emzik ve tuvalet eğitiminin bağımsızlaşma ve büyüme süreçlerine ait olan durumlar olduğunun farkındayım :) Hele hele bu romantizm içinde bu konulara neden giremediğimin de... Acele etmemekte fayda var. Bir çocuğa duygusal bedensel zihinsel anlamda hazır olmadan, ya da hazır olup olmadığını gözlemeden acele etmeye gerek yok..

Bir de "biz" diye anlatmayı da sevmezdim hiç. Bütün pazar yan yanaydık, bugün ayrışmama günü :)

25 Ocak 2011 Salı

Hayat Bilgisi I

İlkokul 4. sınıftayım. Öğretmen tahtayı 3'e bölmüş. Sınıfı 3'erli sözlüye kaldırıyor. Sözlü zaten sevmem. Çok konuşan çocuk da olsan sevmezsin sözlü. Sınanmanın en halka açık hali..

Bana soru olarak "Akdeniz Bölgesi'nin haritasını çiz, dağlarını,ovalarını yerleştir" gelmiş. Ezberimde de olsa bilememişim, yapamamışım soruyu. Öğretmen kızmış, oturtmuş beni yerime. Eve giden okul yolunda ağla ağla bir hal olmuşum.

"Hayat Bilgisi"'nin bundan ibaret olmadığını çoooook sonra öğrenmişim. Ama öğretmenin en iyi 5 öğrencisinden olamadığım zamandan kalan "akıllı/zeki/gözde olmayan ama sevimli" kız çocuk ileride yüzlerce kez gruplara konuşmalar, eğitimler yapar olmuş. Anca iyi bir üniversiteye girince geçmiş kendine yakıştırdığı etiket.

Şimdilerde her çocuk zeki (kulakların çın çın Özgüranne). Küpten kule yapmakla ölçülmüyor gelişim, ölçülemiyor artık. Bizde televizyon yeniydi; Can bilgisayar kullanır hale gelecek 6 aya. Biz interneti 20 yaşımızda öğrendik, internetsizliğin ne olduğunu hiç bilmeyecek Can. İçine doğduğun şartlara göre biçimleniyor zeka. Koyunların varsa ve gütmeyi 5 yaşında öğreniyorsan da farkı yok bence ipad kullanan çocuk olmaktan..

Halbuki "hayat bilgisi" çok başka bilgiler içeriyor. Evde var olan malzemelerden uydurmaca yemek yapmak hayat bilgisi bence. Randevuna zamanında gidebilecek zamanı organize etmek hayat bilgisi. Ne zaman alttan alacağını ne zaman üste çıkacağını bilmek hayat bilgisi..

Akdeniz'in dağları da önemli tabii. Bor'un nereden çıktığı da. Bilgin olsun. Bilgi güç. Ama var olan bilgiyle ne yaptığın veya bilgin yoksa bununla nasıl baş ettiğin "hayat bilgisi". Değil mi?

11 Ocak 2011 Salı

20. aya doğru enstantaneler..

Anne: Can senin adın NE?
Can: ...... (İnek ve atı mucuk mucuk yaptırmakla meşgul. Ortaya nasıl bir evlat çıkar bilemem :)) )
Anne: Can'cım senin adın Ne?
Can:....muççuk muççuk
Anne:Bak hadi söyle senin adın NE?
Can: NNNEEEEE! (Yeter kadın sorma artık vurgusu ile)
Anne: Yok oğlum senin adın Can.

İşte annenin jeton burada düşer!!
Sen çocuğa elli kere "Senin adın NE" dersen, O daha ne desin? :))

İkinci enstantane:
Anne soğuk algınlığı olur öksürür. Anne öksürünce;
Can: öhhhööö, öhhööö dedeeee (Dedem de öksürüyor)
Anne hapşurur. Kısaca ve minik olanlardan.
Can: Haaaffffffuuuuuuuuuuuuu! (Gayet şiddetli bir biçimde taklit eder)
Anne: Aaa kim öyle hapşuruyor?
Can: Ade (anneanneyi kast ederek) hhaaaafffffffuuuuuuuuuuu!

Üçüncü enstantane:
Can:Aççççjjjj lebelebelebe (Alain Delon şarkısını aç anne)
Anne: Bilgisayarın şarjı yok Can'cım sabah açarız.
Can: Koşar, içerden şarj kablosunu getirir, arkasına takar, diğer ucu ile prize doğru ilerler.

6 Ocak 2011 Perşembe

Aile misiniz?

Aile olabilmek güzel. Aile olduğunu bilmek daha da güzel.

Can 19.ayını sürüyor. Gündem başkalaştı, kelimeler arttı. Komik anlar bollaştı. Annenin işi tipik kış yoğunluğuna girdi. Anne çoklukla işte. Annenin inandığı projesi ilerliyor ama kitabı duruyor. Olsun ona da sıra gelecek.

Bir kaç zamandır aklımda. İnsan ilk sene "anne" olmakla çok yoğun ilgileniyor. Yani o süreç daha çok insanın kendi etrafında dönüyor. İkinci senenin ortalarında ise aile olma kavramı hız kazanıyor.

Aile misiniz? sorusunun cevapları ise bence şurada:

yemeklerinizi yedi/yemedi kontrolleriyle mi geçiriyorsunuz, hep birlikte sevdiğiniz bir paylaşımda mı bulunuyorsunuz?
kuzu hastalanınca "suçlu" kişi veya durum/olay arıyor musunuz, yoksa nasıl hep birlikte daha sağlıklı olacağınızı mı konuşuyorsunuz?
gece uyuyunca kuzudan konuşuyor musunuz?
yılbaşı, doğumgünü kutlama çılgınlarına rağmen "aile"nizle olduğunuz için minnet duymaktan kendinizi geri alamıyor musunuz?

daha çooook uzar gider liste. Not düşelim dedim sadece..