27 Aralık 2010 Pazartesi

Aaa bir hafta olmuş..

Bu blog işi karışık. Hep diyorum. Uzun süre ara vermeyeyim. Sonra kopuyorum. Ama olmuyor. Sırada Özgüranne'nin bir mimi var aslında, ama ona daha el atamadım..

Can çok tatlı oldu. Kendi yavrum diye demiyorum. Gerçekten çok tatlı :)))

Şu ara şunlar var:

Hapşuuu der ve ardından ekler, "Haffuuu" :)
Komik kelimeleri tekrarlamayı çok sever: ajjıı (acı), affure (aşure), aşşjj (aç) :)
Tüm kapıları kapar, arkasına saklanır, biz açınca kahkahalar atıp koşmaya başlar..
Yumurtaya "bababa" der..

Bir de şunlar:
Derdini her şekilde anlatır, ya da biz anlarız :)
Herrrrr kelimeyi anlar (Bu çok ilginç, normalde kullanmadığımız kelimeleri bile diyaloğun içinden çıkarabiliyor, korkulur yani)
Aaaaahaahhhaa diye bağırarak koridorda pat pat koşar :)

Anne de onu bir mıncırır, bir mıncırır :)

21 Aralık 2010 Salı

Bu sene ve her sene..



vitrinler beni çok heyecanlandırır..
süslü çam ağaçlarına gidip gidip sarılasım gelir..
konusu yılbaşındaki komiklikler olan filmler izlemek isterim..
yılbaşı günü kar yağsın isterim..

tombala, Nesrin Topkapı, mandalina kabukları...

Bir de tabii geçen sene yapamadıklarım, aman bu sene yapayımlar, okuma kararı aldığım kitaplar, "kendimle daha çok ilgileneceğim" sözleri, giymediğim giysileri toplayıp vereceğim, az ama öz alacağım nidaları var.. Daha liste uzar gider.

Ama bu akşam 16 yıllık 5 kız arkadaşımla "yeni yılı karşılama" yemeği yiyeceğiz :) Üstte yazanları yine konuşacağız. Olsun.

Şimdilik aldığım ilk karar Can'ı büyütürken bana nirengi olsun diyeceğim herşeyi kaydedeceğim bir ajanda tutmak oldu. Gazete haberlerinden tutun da, yeni çıkan bir kitaba, hoş bir karikatürden Can'la gitmek istediğim yerlerin listesine kadar. Bak yine içim kıpır kıpır oldu! Ben iflah olmam :))

20 Aralık 2010 Pazartesi

Büyük resmi unutmayın!

Ben unutuyorum ara ara.
Ara ara hatırlıyorum.

Pazar günkü gazetede ünlü ressam Nuri İyem'in oğlu babasını anlatıyordu. Hayatımda tanışma fırsatım olan bu iki insann portreleri geldi gözümün önüne. Ümit İyem'in babasını anlattığı daha doğrusu portresini çizdiği yazı çok güzeldi. Okudum, içim bir garip oldu..

Sonra da Rum Yetimhanesi ile ilgili yazıyı okudum. İçim yine bir garip oldu. Hiç gidip baktınız mı uzaktan? Avrupa'nın en büyük ahşap binası olduğunu biliyor musunuz? Peki bahçesinde hala çocukların demir yataklarının başlarının olduğunu? Biz gittiğimizde inanılmaz etkilenmiştik.. Keşke düzenlense yine..

Bu iki yazı bana kendimi, hayatımı bir daha düşündürttü çeşitli vesilelerle. Sonra zihnime şu düştü:

Şimdiye kadar geçen 19 ay içinde Can için en çok neyi yaptığıma memnunum? Ya da başka bir deyişle, "iyi ki yaptım oğlum için" dediğim ne var?

Bugün yediği besleyici tarhana çorbası mı? Gittiği oyun grubu mu? Aldığım legolar mı?
Hangisi?

Kolay olmadı bulmak ama galiba şunlar:

-dokunmam, koklamam, sarılmam, "mis'im benim" diye ten tene durmam (Dün beni uzaktan gördü, el sallayıp öpücük yolladı.. öyle güzel bir andı anlatamam).
-anneanne, dede, babaanne, teyze ve kuzeniyle buluşturmam,
-ev düzenini değiştirmeden "O"nu "Biz"e dahil etmemiz,
-elimden geldiğince "yeni/keşfedilmemiş/bilmediği" bir şeyler katmak gününe, dünyasına.

Ne çok soru var ebeveynlikte, -cevaplarını yine kendileri veriyor..

16 Aralık 2010 Perşembe

Bunun burada ne işi var? II :)



Ya bunu hangi ara yapmış? :) (Bu minik hayvan kitapçıkları çoook tatlı, hem de 2.5 lira)

15 Aralık 2010 Çarşamba

Bunun burada ne işi var? I :)



Bu serinin devamı gelecek :)

14 Aralık 2010 Salı

Yaşamın ikinci yılında duygu ve dürtü kontrolü

Siz hiç 18.5 aylık çocuk çığlığı duydunuz mu?
Duymadıysanız duyun bir ara derim :)

İnsan o bedenden o ses nasıl çıkıyor hayret ediyor. Senelerce Sezen Aksu ve Sertab Erener için kullanılan "minik bedenden çıkabilen ses" bizim evde Can için kullanılıyor artık.

Çığlığın türlü sebepleri var..
1.Teyze gelir,
2.Teyze gider,
3.Süt ister,
4.Süt biter,
5.Anne çağırdğı an yanına ışınlanmaz,
6.Anne çağırdığı an yanına ışınlanır..

Yani listeyi uzatmak mümkün.. Neye neden çığlık attığını araştırmayı üçüncü denemeden sonra bıraktık :)) İfade şekli deyip geçiyoruz.

Ama bir haftadır hayatımıza vurma ve ısırma girdi!!

İnanabiliyor musunuz? Benim oğlum? Annesi uzman olan oğlum ısırdı ve vurdu? Olacak iş değil... cık cık cık.. deeeeerrrkeeeen, silkelenip kendime geldim :)))

Kendimce bazı saptamalar yaptım, yine yazayım dedim:)

Şimdi bu kuzular hayatlarının ilk yılında çoğunlukla fizyolojik, emme, yeme, çiş, kaka, ağlama, uyuma, emekleme, yürüme gibi eylemlerle meşguller. Bu eylemler de önceleri çok duygu barındırmıyor içinde. Emiyor, uyuyor, ağlıyor neticede. Var tabii duygu da çok baskın değil.. Daha çok bir "aman hayatta kalayım" telaşesi..

Gel gör ki, takvimlerin ilk yılı devirmesi ve özellikle ikinci yıla doğru ilk yarıyı tamamlaması ile durumlar değişiyor.

Can geçen hafta, boya kalemlerini vermek istemediği için ağladı. Ardından da tepinirken bana vurdu (mu, hala tam bilemiyorum..). Ben de tabii şoka girerek ve tabii abartarak "Aaaa vurulur mu anneye" türünden saçma bir monolog açtım.

Monolog özünde "Can vurma" mesajı taşıyacağına, "Günümüzde artan şiddet ve sosyolojik yapılanması" temalı bir açık oturum gibiydi, -söylediklerimin uzunluğu açısından.. :))

Tabii ki ben bu uuzzzuunnn konuşmayı yaparken psikolojide "negatif pekiştirme" denen durum gerçekleşti! Şöyle ki, ben davranışa gereğinden uzun süre ve içerikle karşılık verdiğim için Can'a "vurma" demekle "aferin evladım" demek arasında hiç bir fark kalmadı, davranış dakikasında pekişti, güçlendi, öğrenildi... (Tabii bu noktada anne kendisine sorar, herşeyi böyle ışık hızıyla öğrenirse yandık değil mi?)..

Neyse, bu olayın üzerinden iki gün geçer. Anne ve baba vurma davranışını abartmadığı sürece ilgi vermeyerek görmezden gelmeyi, böylelikle ilgi verilmeyen davranışın söneceğini düşünmeyi seçerler. Eğer vurma davranışı tekrarlanırsa da "Can sen vurunca canım acıyor" derler = davranış+bendeki etkisi=sonuç. Fena da gitmiyor şimdilik..

Biz buna sevinirken ise gelin görün ki, lügatımıza bir de ısırma eklenir. Isırma annenin kucağındayken, annenin sol omzuna minik ısırıklar atmak şeklinde olunca, geçen seferki hatayı yapmadan ısırınca canımızın acıdığını söyleriz. Can kendiliğinden öper, ve bir daha da ısırmaz. İşin komiği, anne, babanın Can'ı akşam banyo öncesi mıncırır ve sanırım hafiften ısırarak sevdiğini görünce dumur olur :) Babaya uyarı verilir, kanaat notu kırılır, haftaya sözlüye kalkacağı haberi ulaştırılır.

Tüm bunlar olup biterken birden annenin kafasında ampul şekli belirir.

Bu ara sanırım Can'ın yaşadıkları ve verdiği tepkileri ikiye ayırmak lazım. İçgüdüsel ve dürtüsel olanlar ile öğrendikleri. Heyecanlandığında, çok mutlu olduğunda, yorulduğunda, kızdığında tepkiler fizikselleşiyor. Çünkü kelime hazinesi -kendince çok da olsa- yaşadıklarını tarif etmeye ve açıklamaya yetmiyor. Gelen dürtü ve dürtünün sebep olduğu duygunun tarifi zor ikili dansında da biz tepkileri görüyoruz. Ama önemli olan sanırım ardına bakmak.

Pazar günü biraz fazla uyarana maruz kalmış olacak ki, akşam üzerine doğru ağlama şeklinde şarkı söyledi. Ciddiyim. Ağlıyor -gibi, ama şarkı gibi de. Hatta bir ara ağlarken aynaya bakıp, durup, sonra tekrar ağlayıp tekrar durduğunu gördüm :)) Çok komikti.

7 Aralık 2010 Salı

Kuzum...



Bir bakmışız kış gelmiş..
Bir bakmışız sonbahar bitmiş..
Bir bakmışız sen 1.5 yaşında olmuşsun..

Bir bakacağız koca adam olmuşsun...

Yavaş yavaş acele et oğlum :)

6 Aralık 2010 Pazartesi

Çocuk yetiştirirken neden hep olmayanı görürüz?

Mesele sadece çocuk yetiştirmek değil. Konu da bana mı özgü bilmiyorum. Şunu biliyorum. Şikayet etmek gibi değil, ama okumak için seçtiğim kitaplardan, girdiğim bloglara, takip ettiğim uzmanlara bakınca hep "olmayan" için yol aradığımı fark ediyorum. Doğal tabii. "Olan" için zaten yapacak bir şey yok. O oluyor "kendiliğinden". Değil işte. Kendiliğinden de olsa onu da tasvip etmek gerekmez mi?

Açayım biraz daha. Can için BabaCan ile sürekli bir istişare halindeyiz doğal olarak.
"3 gündür iştahsız", "Bak bu ara ayrıştı benden", "Legolarla daha çok oynuyor" gibi gibi gibi... Bu normal ama şimdi bir de aşağıdakilere bakın (kendi kendimle diyaloğum)

-Yumurta yemiyor bu çocuk!; ama peynir ve zeytin yiyor, ona niye sevinmiyorsun?

-Gece uyanıyor hala??; gece boyu beslemeye devam edersen kalkar tabii...

-Kitaplarla pek ilgilenmiyor gibi...; "pek" derken? uzun uzun kap kaçak oynuyor, o sayılmıyor mu?

-Kendi başına oynamıyor uzun süre..; gitme yanına bırak biraz fırsat mı bırakıyorsunuz?

-Biraz çekingen gibi sanki, alışması biraz zaman alıyor; alsın, isterse 1 gün alsın, ne acelen var?

Kızdım kendime! Anlaşılacağı gibi.. Çünkü farkında olmadan kafamda şema ve beklentilerimin olduğunu görüyorum. Ben kış kışladıkça geri gelen. Olmamasına imkan yok, kabul. Ama "anne" olacağım derken, "ben" olmayı unutuyorum... Halbuki "ben" den olacak olan anne daha sevimli:)))

4 Aralık 2010 Cumartesi

1.5 Yaş Alfabesi

Şimdi bunun hamilelikle ilgili olanlarını yazmıştım. Sözlüklerimize girenler ve Sözlüklerimizden çıkanlar olarak..


Burada da 18.ay alfabesini bulabilirsiniz: :)

A: Araba. 15 aylıkken söyleyip şimdi yuttuğumuz kelime. Bir de anahtarına hasta olduğumuz nesne.

B: Banyo. Küvetten duşa geçmemizle rahatlayan süreç.

C: Cancun, caniko, cankuş :) Bizden duydukları :)

D: Deddeeeee. En sık söylediği kelime. Arabayla dedenin evinin önüne geçerken anlıyoruz hemen :)

E: Eannn. "Buraya" demek. "Eaannn anne": Anne buraya otur :)

F: Fikir. Bunun için ayrıca bir resimli post yazacağım. Olmadık nesneler olmadık yerlerden çıkıyor, fikirlerine bayılıyoruz.

G: "Ga". "Tekrar dans ettir beni" :)). Bir de kuşların çıkardığı ses.

H: Uçan halı oyunu. Can'ın küçük bir halıya yatması ve babasının onu evde gezdirmesi ile oluşan uydurmasyon eğlence.

I: "Iıhhh!" Hayır demek. Kafayı iki yana sallayarak, boyun çevrilerek yapılan hareket. Gülmemek lazım ama yapınca çok şirin oluyor :)

İ: İş. Yapmayı en sevdikleri. Süpürme, ütü, yer silme.. Annesi ile alakası yok..

K: Kaga; "karga" aslında. Ama zaman zaman zeytin ve mandalina anlamlarına da gelebiliyor :)

L: Lüle. Bu kelime ilgisiz biraz. Ama eskiden saçlarımızda vardı, artık yok :(

M: Market. Gezmeyi sevdiği, ama herşeyi mıncıklamaktan geri duramadığı ve "mamaaaa" sesleri arasında kısa süren alışveriş olayı.

N: "nelenelelele". Teyzesi ile "Alain Delon'um benim!" isimli nadide şarkıyı seslendirme efekti.

O: "Okkannn". Ben söyleyince "baba" diye eşlik ettiği, ama kelimeyi tekrar et deyince Okkann dediği durum :)

Ö: Ördek, bizde "vakkak". Geçen gün kaybetmişiz ev ayağa kalktı, ama bulamadık :(

P: "İyu iyu iyu". Polis arabası, ambulans ve itfaiye sesi!

R: Reklamlar. Hımm bu ciddi bir konu. Turkcell, ev kokusu, ve çocuk sesi olan her reklamda donup kalıp izliyor, şaka gibi.

S: Süt. Tek aşkımız. Bizdeki ismi "Düdeeee" :)).

Ş: Şimdi ve hemen! İsteklerinin olmasını istediği hız ve zamanlama :)

T: Teyzeeee. İlk ve en net söylediği kelime. Özleyince öyle güzel anlatıyor ki özlediğini :))

U: Uyku. Tek uykuya indiğimizden beri, çok kolay geçiyor uykuya, çok mutluyuz :)

Ü: Ütü. Ev sevdiği oyuncaklardan. Geçen gün legolarından biri ile selpağı ütülüyordu..

V: "Vvıınnn". Her türlü giden araç :)

Y: Yoğurt. Evde yoksa alarm çalmya başlıyor, Can'cası: "Vuvuu".

Z: Zeytin. Hastası olduğu yiyecek.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Pazartesi Sendromuna Bire Bir :)



Hem bu resim, hem de bu diyalog :)
(Kovayı kafasına takmış gelmiş, anneeaaa diye gösteriyor.. )

Diyalog:

Anne: Can, "turuncu" desene.
Can: Tuuuncuuu
Anne: Peki bir de "Erkan" de.. (Amcanın ismi)
Can: Eeekaaannn
Anne: Peki bir de "Okan" de.. (BabaCan'ın ismi)
Can: Okkaaaa
Anne: Bir de Seçil de (Annenin ismi)
Can: Anneeeeeee

:))

25 Kasım 2010 Perşembe

Çocuk mu çözsün problemi annesi mi? Ne zaman, nasıl?



(Bu Can'ın ilk lego oluşumu :) Konuyla ilgili mi? Eh, biraz:) )

Problem çözebilme becerisi şu dünyada çok önemli. Kat, havuz, yaş, yol problemlerinden bahsetmiyorum. Onlar çözülür elbet. Çözülmese de olur hatta bence.

Ama esas olan problem çözme çocuğun bir "çatışma" ile karşılaştığında bununla nasıl baş edeceği. Problem veya sorun demeyeceğim, "çatışma" diyeceğim. Çünkü oyuncağı paylaşamamak da, oyunda istediği rolü alamamak da neticesinde bir çatışma. Kimisi kendinle, kimisi arkadaşınla, kimisi patronunla..

Şimdi bir süredir şunu düşünüyorum. Ben, biz -yakın arkadaşlarım- çocuklarımıza iyi niyet ve kibarlıkla birlikte "başkasının elinden almamayı ama kendi elindekine de sahip çıkmayı" (Bu tanım bir yuva sahibesine ait, ben sevdim) öğretmeye çalışıyoruz.

Tabii doğa kaosu sever, Can da artık arkadaşlarıyla bu tür çatışmalar yaşamaya başladı. Kalbim tüm içtenliği ile biraz dışarıdan seyirci olmayı ve sorunun Can 18 aylık da olsa eğer ortada fiziksel bir zarar veren amaçlı bir girişim yoksa kendisinin arkadaşı ile çözmesini istiyor. En fazla yönlendirme yaparak, izleyerek, seçenek sunarak. İçimden ve bazen dışımdan "Ver annecim arkadaşın oyuncağını, ama bak almıyoruz" gibi cümleler geçse de en büyük temennim, kendi yaşı, duygusal ve zihinsel becerileri el verdiği sürece sorunlarını kendisinin çözmesi. Çünkü "çatışma" onun, benim değil!

Anne baba olarak çocuğun "çatışma"sına sahip çıkıp kendisini fedakarca ortaya atıp çocuk yerine sorun çözen anne babalar var. Olabilir. Tercihleridir. Benim değil.

Ben oğluma çatışmasını çözmesi için alan veririm, zaman bırakırım. Ama gözlerim. Zarar vermesini veya zarar görmesini de istemem. Çünkü çocuk gördüğünü yapar. Annenin tavsiyesini değil.

Şimdi iş burada karışıyor. Ben Can'a ihtiyacı olan "çatışma" çözme pratiğini yapması için zaman ve yer bırakırken ve beklerken, çocuğunun çatışmasına sahip çıkan anneler birden ortaya atılıyor. Ne oluyor o zaman? Sorun iki yaş civarı iki çocuğun değil, bir çocuğun ve bir yetişkinin oluyor. Çocuk bundan birşey öğreniyor mu? Hayır? Çatışma çözme becerisi gelişiyor mu? Hayır. Peki çatışma çözülüyor mu? Evet, eğer yetişkin güdümlü "durumu ortadan kaldırma"ya çatışma çözme denebilirse evet..

Bir de ikinci grup var. Çocuğunun fiziksel zarara doğru dört nala giden bir "çatışma" ya dahil olduğunu görüp uzaktan kumanda eden ebeveynler. Gözlemek başka bir şey, oturduğun yerden yönerge vermek başka. Çünkü sonuç ilk örnek ile aynı. Çatışma fiziksel zarar devreye girince çözülmemiş, veya en azından "uygun şekilde" çözülmemiş oluyor.

Yaptığıma en doğru demek imkansız. Hatta en doğrusu olmadığını biliyoruz söz konusu insan olunca. Ama böyle durumlarda da "empati" denen kelimeyi sorgularken buluyorum. Empati demek karşındaki ile otur ağla demek değil. Anla demek sadece, ne yaşadığını anla..

Bu konu daha çooooookk sürecek :))

24 Kasım 2010 Çarşamba

Devam edelim..

Bu ayrılma anksiyetesi denen durumun özünde, anneden bağımsız olduğunu fark etmeye başlayan kuzunun "Hoop ne oluyor, annem nerede?" gibisinden bir sıkıntı yaşaması söz konusu. Bir de işin içine "nesne sürekliliği" durumu eklenince annenin tuvalete gitmesi, tamamen bir "ortadan kaybolma" olarak cereyan ediyor kuzunun gözünde. Anne görülüyorsa anne var, aaaaaa anne mutfağa gitti, anne yok! Basbayağı yok! :))

Bakın aşağıya Nurturia'da yazdığım güncelleme ve güncellememe yazan sevgili arkadaşlarımın notlarını görebilirsiniz:

18.ay: anneye feci yapışma ve deli gibi ağlama hali. Bekliyordum ama yine de hazırlıksız yakalandım.. Size de olmuş muydu arkadaşlar?

meycan: :)) yessss...

Toprakana: Ara ara hala oluyo desem.

EmineKartal: su ara öyleyiz. hele bayramda sürekli dizlerimin dibindeydi. üstelik azilar da zorluyor:( oy ki ne oyy

kisd: oluyor şu anda:) tuvalete girmek falan büyük olay mesela

kisd: geçen kardeşimle oynarken (ben de banyoda mıydım ne) birden oynamayı kesmiş, dudaklarını büzmüş ve "anne" demiş en sezercik ses tonuyla.. Sonra oda oda beni aramalar ve banyo kapısında karar kılmalar falan.. geçecek di mi?

eylemyigit: Evet olmuştu

basakcelik: olma mı! hala da sürüyor gibi gibi...

yeliz: evet!hiç bitmeyecek gibi. biticek di mi?

basakcelik: bitecek deyollar ama ne zaman, ne zaman?

EgeEce: ee herkesde var demek sorun yok o zaman ;)

Bilmek ne zor bazen.

23 Kasım 2010 Salı

18.ayı da devirdik.

Diye yazınca başlığı bu ara zorlandığımız ortaya çıkıyor sanırım :)

Aslında sağlık yerinde olduğu sürece başka hiç bir şeyi dert etmeyeceğim demiştim kendi kendime. Başlarda iyi de gittim. Ama sonra zaman ilerleyince nedense zaman zaman nirengilerimi kaybediyorum gibi oluyor bazen (Böh! Cümlenin kendi bile kararsız :) ). Artık daha da inanıyorum ki, anne anne olmadan önce temel dersleri vermeli. Kaygıdan uzaklaşma, çözüm yolu bulma, esneklik vb.

Ama bu ara hem işte hem de kişisel hayatımda çok karşıma çıkan bir durum var: çocuğunu olduğu gibi kabul edebilmek. Ama tüm samimiyetinle, gerçekliğinle, iyi niyetinle şartsız şurtsuz kabul edebilmek. Bence kolay değil. Senden olan, sana benzeyen ama hiç de benzemeyen kuzunun özelliklerini, kişiliğini, krizlerini, öfkesini ve daha seneler içinde karşına çıkacak birçok şeyi kabul edebilmek. Esas işte o zaman ebeveyn olmaya başlıyorsun bence..

Ne bileyim. Bekliyorsun mesela, ya da biraz da umuyorsun şöyle olsun böyle olsun. Şu özellikleri ön planda olsun. Ama olamayabiliyor. Ya da daha iyisi, veya farklısı oluyor. İşteee tam bu sırada o sihirli kelime geliveriyor benim aklıma "kabul". Çok özel bir kelime bence. Çok başka. Ne kadar kabul, o kadar büyüme. Ne çok kabul o kadar kendine güven. Ne sık (çocuğunu olduğu gibi)kabul eden anne o kadar kendini kabul eden çocuk.

Biraz da bayram havası :)

Bir gezdik bir gezdik :) İğneada'da kumlarla oynadık, batan güneş gelen aydedeye el salladık. Kırklareli'nde çimenlerle kardeş olduk. Kuzenimizin adını sürekli tekrar ettik. Parklara gittik, el öptük.

Bu ara ise 18. ayı bitirdik, tek uykuya indik, anneye inanılmaz yapıştık. Biraz ayrılma kaygısına başladık. Evdeki kedimizi kucaklayıp mama yemeye götürdük. Aşı olduk, aşı yerimiz ağrı yaptı, canı yandı üzüldük :(

Kış geliyor diye (soğuk havada kapalı alan AVM istemediğimiz için) pek gönüllü olmadığımız bir oyun grubuna daha başlama kararı aldık.

Anne çook güzel fotolar çekti, bilgisayara yükler yüklemez yavaş yavaş gelecek :)

13 Kasım 2010 Cumartesi

18.ay kuzusu & ilerleyen kitabım

Kitabın ilk iki bölümü bitti :)
Güzel oldu.
Bu bahara yetişse ne güzel olur :)

Can kuzum 18 aylık olma yolunda...
4 gündür evde ve ofiste internet yoktu o yüzden yazamadım bir türlü..
Yarın yazacağım esas; 18. ay da bambaşkaymış yahu..

5 Kasım 2010 Cuma

Türk Zihniyeti!!!

Sabah sitenin yönetimine gittim.
Bomboş ve atıl duran odayı çocuk oyun alanı olarak kullanmak istediğimizi anlattım.
Kapısında zaten "oyun odası" yazan yeri...

Tipik bir Türk yöneticisi ile bir kez daha karşılaşmanın dayanılmaz zulmünü yaşadım yine:
"Ben birşey yapamam!"
Kim yapacak?

Güvenlik sebebini anladım. Camı bol bir yer neticede.
Ama neye kızdım biliyor musunuz?

Şuna: "Eeee siz gidin kendiniz konuşun komşularla" (Sitede 1500 daire var???)
Buna: "Aşağıda ilkokul var orayla görüşün" (1.5 yaş çocuğu için????)
En çok da buna: "Ben bir şey yapamam yönetim olarak, yeni yönetim seçilince onlarla görüşün"

Ben ne diyeyim daha size?

Allah'ım sen Can'ın karşısına bu insanları çıkardığında oğlumun kalbindeki iyi niyeti, zihnindeki çözüm odaklılığı, bedenindeki enerjisini köreltmelerine izin verme.

Amin!!

2 Kasım 2010 Salı

Bebek anneliğinden Çocuk anneliğine..

Bebek annesi saatlerle dakikalarla yaşar..Kaçta emdi, kaçta uyudu, kaç dakika uyanık kaldı diye düşünür, akreple yelkovanla kardeş olur gözleri..
Çocuk annesi ne de çabuk geçiyor saatler der. Ne çabuk büyüyor, az daha koynumda kalsın ister..

Bebek annesi hayatta tutmaya çalışır kuzusunu. Emzirir, besler, maması ile karnını doyurur, üşüdüğünü anlamazsam diye perişan eder kendini.
Çocuk annesi elinde çatal canhıraş verilen mücadaleyi izlerken, mideye giren miktardan çok ağza rastlayan tanelerde mutlu olan gözlere bakar.

Bebek annesi kakanın rengine kokusuna bakar bezi her açtığında.
Çocuk annesi ise "tiiisss" diyen seslerle beze giden minik parmakların zamanlamasını tutturmaya çalışır.

Bebek annesi kuzusunu evde bırakırken öncelikle aklını bırakır.
Çocuk annesi kurulu düzene güveniyorsa kalbini bırakır, bir özler, bir özler.

Bebek annesi omuzlarında ağırlık hisseder bazen bu doyulmaz bağımlı ikili ilişkiyi.
Çocuk annesi bağımsızlaşan kuzusundan her an biraz daha ayrıştığını fark eder.

Bebek annesi seslere göre anlar kuzunun ihtiyaçlarını.
Çocuk annesi sabah 06:24'de "Anneeee düütttt" ile uyanır :)

Yaş aralığı yoktur. Bebek anneliğinin bitip çocuk anneliğine geçtiğimizin de zamanı yoktur. Herkesinki kendine hastır. Kimi acelecidir, kimi ağırdan alır. Ama bebek annesi olmaktan çocuk anneliğine giden yol bu ara mis kokulu yeşillik bir orman benim için :)

1 Kasım 2010 Pazartesi

Oyun grubu durumları..



Oyun grubu: Kuzunun akranları ile bir arada olmasını temel hedef alan, etkinlik de yapsalar fena olmaz, uzman bir göz bi-iki yorum etse tadından yenmez dediğim buluşmalar. Ama tabii şart değil son iki madde. Evde misafirlik olsa o da güzel :)

Yani benim sözlüğümde böyle geçiyor. Sevgili Sinem sormuş akranımız Deren'in annesi. Ben de yazayım dedim.

Perşembe günü bir oyun grubuna başlıyoruz aslında. Ama henüz gitmedik, görmedik, bir gidelim bakalım, yorumlarımı yazarım. Nitekim diğer/daha kurumsal olanları içime sindiremedim ben bir türlü...

Bu gidişle "18-30 ay bebekler için oyun grupları" kuracağız galiba :)) Var mı gelen?

Bilimsel Mim

Bilimsel mimi yazmayı geciktirdim, hemen yazıyorum... buyrun.. Ama herkes yazdı sanırım mimlenecek kimse kaldı mı?


1.Bir zamanlar “bebek günlükleri” vardı. Sizce bloglar onların yerini aldı mı?
Günlükler biraz daha romantikti sanki. Hani ilk saçı, ilk dişi vs. Bloglar anneden de haber veriyor. Bazen açık açık yapıyor, bazen satır aralarında. Ama bebek günlükleri cidden bebeğe dair günlük tutmaktı. Blog dediğimde işin içine “annelik” de giriyor.

2.Blog yazarlığı ebeveynlik tarzınızı etkiliyor mu? Nasıl?
Sanmıyorum. Kimse kalkıp da blogda yazdığına göre anne baba olmaz. Ama anne babalığın bloğu etkilememesi imkansız. Ebeveynlik stilimi değil ama bilgi alışverişimi ister istemez etkiliyor.

3. Anne-baba-çocuk blogları blog dünyasını etkiliyor mu? Nasıl?
Bence etkiliyordur. En basidinden şu anda yazdığımız mim mesela. Mim yazınca ortak bir paydaya geliyorsun bir anda. Dolayısı ile bloglar kendi içlerinde döngüsel bir etkilenme yaratıyor sanırım.

4. Çocuk büyütmekle ilgili olarak, bloglar olmasaydı kesinlikle farklı davranırdım dediğiniz bir şey var mı?
Hımm. Bilemedim. Yok galiba. Aaa var. Kitaplar konusunda mesela. Bir heyecan eve aldım geldim kitapları. Bana kalsa daha almayabilirdim.

5. Anne-Baba olmak meslek mi yoksa üstlendiğimiz toplumsal rollerden biri mi?
Hiçbiri. Meslek olmasın zaten. Toplumsal rol belki. Ama verilen değil, alınan bir rol belki. “Anne”lik mutlaka statüyü değiştiriyor bir anda. O zaman da toplumda taşıdığımız rol de değişiyor tabii.

6. Anne-baba-çocuk blogları, babaları nasıl etkiliyor?
Bizim baba benim etkilendiğim blogerlara bakıyor. Ara sıra soruyor ….ne yapmış…. Nasılmış diye :)

7. Bloglar yoluyla gerçekleşen bilgi ve deneyim aktarımı büyükanne-büyükbabaların bilgi ve deneyimini değersizleştiriyor mu?
Değersizleştirmiyor ama bilgi yer değiştiriyor artık hızla. Kundak tukakaydı eskiden şimdi seviyoruz. Belki internet ve bloglar olmasa kundak daha 25 sene fazla geleneksel bulunacaktı.

8. Anne-baba-çocuk blogları sözkonusu olduğunda, blog yazmayı daha ne kadar sürdürmeyi düşünüyorsunuz?
Bunu ben de kendime soruyorum. Bir yerlerde dururum gibi geliyor. Can’dan önce de iki bloğum vardı zaten. Ama şimdi aktif değiller. Can olunca konu öyle arttı ki… Acaba kapatır mıyım bloğu? Ya da başka bir adreste devam eder miyim şimdilik hiç bilmiyorum. Ama blog bana kitap yazdırmaya başladı ya ölsem de gam yemem :)

9. Yazdığınız blog kapansa ya da kapatılsa bloglar yoluyla kurduğunuz sosyal ilişkiler devam eder mi?
Etmez mi? Herkesle değil belki ama 4-5 arkadaşımı görsem kafi :)

26 Ekim 2010 Salı

10.000 liranız olsaydı çocuğunuz için nasıl harcardınız?

K.i.s.d'in muhteşem miminden ve türevlerinden yaptığım derlemelerden olan kitap listesi aldı gidiyor :)) Çok heyecanlandım, Can kuşum hala çok oturmasa da başlarına şansımı içinde tedi ve ayde olanlardan kullanarak başlamak istiyorum.

Ama bu ara Yeliz ve Hülya'nın gündeme taşıdıkları tüketme ve çocuk konulu yazılarını da heyecanla bekliyorum. İlk aylar emdi emmedi derken yaşı devirdikten sonra oyuncak, kitap ve oyun grubu harcamaları ile gündeme gelen tüketim insanı nasıl da sıkıştırıyor.

Dönüp dönüp oyuncaklara bakıyorum, abarttık mı, hangisi olmasa da olurdu, hangisini iyi ki almışız. Ya da var mı böyle bir sınıflama? Uzmanların - bizim :) mi?- faydalı oyuncak fikirlerinin yanı sıra, bazen merak etmekten alamıyorum kendimi, japon çocuklar nelerle oynuyor? Kenya'da çocuklar neyi seviyor?

Neyse saptırdım konuyu :)

Düşünürken aklıma geldi... Fazladan bir 10.000 liram olsa Can için ne yapardım? Oyuncak, kolej eğitimi, dil eğitimi, izcilik kampı, üniversitede hobilerine destek, en iyi hocalardan keman dersi?

Mim başlatalım mı?

10.000 liranız olsa fazladan kuzunuz için ne için harcar, neye saklardınız?

Özgüranne, Yeliz, K.i.s.d, Hande, Hülya, Dağlar Kızı, Seren, Kirazsevdası, Sinem, Selen... yazar mısınız? :)

21 Ekim 2010 Perşembe

Tek öğlen uykulu günün ilk bölümü

Her kuzunun kendine göre olan stili tek uykuya geçme zamanında da aynı şekilde..
Can bu sabah 08:30'da uyanınca anne sabah uykusunun yalan olacağını anlar. Kahvaltı ederler, Can biberondan içer gibi bal yer/içer, sonra sıkılınca doğranmış kaşarları ortalığa fırlatır, anne toplar (09:30).

Kalkıp bakkala giderler, ekmek ve gazete alırlar.
Dönüşte parka uğrarlar.
Kaydıraktan tek başına tırmanıp kayabilen Can kuzusu bu sefer yampiri kaymaya karar verince park ahalisi panik olur, anneye cık cık der. Anneye göre hava bulutlu olsa da hoştur, niye panik yapılmaktadır, anlamamaktadır (10:30).

Park teyzeleri Can'ın yeni saç traşına bayılır. Ancak anne ve baba Amerikan donanma üyesine benzeyen bu traşa hala alışamamıştır.

Dönüşte Can kuzusu bir park teyzesinin cebinden fırlayan çıbık krakerleri görüp mama diye tutturur, anne sadece 1 taneye izin verir, ısrar edilmez eve gelinir (11:10).

Anne acaba uyur mu diye Can'ı yatağa koyar, ama zaten uyutmaya niyeti yoktur, kalkarlar (11:15).

Allah'tan dün anneannenin yolladığı çorba vardır, çorba yenir, yine her yer dağılır, anne toplar, Can kuzu eğlenir (12:15).

Can birden koşarak oturağa doğru gider, bezini ittirir, anne kaka yapılacak sanır, ama biraz oyalanıp da kaka gelmeyince, anne odaya bez almak için gittiğinde, halıda çizgi şeklinde bir ıslaklık fark eder :)) İkisi beraber alkış yaparlar, bez takılır kıyafet değişir (12:45).

Odaya geçilir, oyuncaklar toplanır, müzik açılır, emzik alınır, Can kendini yatağa adapte eder, gözler kapanırrrr, tek öğlen uykusu sefası başlar (13:15).

Hala uyumaktadır (14:40).

Bu tek öğlen uykusu iki uykudan daha mı iyi diye anne düşünmeye başlar, 2 saat sonra işe gidecektir..

19 Ekim 2010 Salı

Suçluluk Akademisi : Annelik

Bu annelik öyle birşey ki yaptığından da suçluluk duyuyorsun yapmadığından da!

Ama aylara göre özet geçmek gerekirse;

0-3 ay: Sütüm yetmiyor herhalde? Yanımızda mı yatırsaydık/yatırmasaydık? 7 günlükken çıkarmasak mı acaba dışarı? Bağlandım mı acaba ben bu kuzuya?

3-6 ay: Ya yeterince uyaran sağlıyor muyuz acaba? Oturması için az mı destek oluyoruz sanki? Dişler neden hala gelmedi?

6-9 ay: Bak dedim sana, karın üstü koymadık emeklemiyor! Ne oynasak ki acaba başka? Emeklemesi yampiri biraz ama? Patatesi pirinçle mi haşlasak? Günlük kalorisini aldı mı acaba?

9-12 ay: Yürüyor ama yürüteç alsak daha mı iyi/kötü olur? Konuştuğu kelime sayısı 10'u bulmadı..

12-15 ay: (Çocuk yürür konuşur anne hala kım kım) Yaa acaba gece uyanınca süt vermesek mi? Niye azılar köpeklerden önce geldi? Bak dün de yemedi yumurta?

15 aydan günümüze (17 ay): Kakasını belli ediyor ama oturak alsak mı artık? Oyun grupları var bir sürü, yazdırmadık da hala?

Anne bunlarla oyalanırken durum babada şöyle cereyan eder: acıkınca yer, uykusu gelince uyur, oyun istediğinde oynar :))

16 Ekim 2010 Cumartesi

Teessüf ederim!

Yani hepinize teessüf ederim! Kaç günlerdir annem bloğa sahip çıktı, kendi bloğu muamelesi yapıyor, bir ses etmiyorsunuz. Can'cım neredesin, neler yapıyorsun demiyorsunuz. Ne yazıyor yukarıda? Can'ın Güncesi.

Peki biliyor musunuz ben yavaş şarkılarda kafamı efkarlı bir biçimde sallıyorum? Veya geri geri yürüyorum, saklambaç oynarken duvara yapışıp saklandığımı sanıyorum? :))

Bilemezsiniz çünkü annem bu ara hep kendini anlatıyor:p Esas beni takip edenler için biraz anlatayım izninizle..

Bir defa 17.ayı devirmeme az bir zaman kala, teribıl tu gibi bir şeyler yapıyor olabilirim. Mesela annem bir şeye izin vermeyince önce bağırıyorum, bakıyorum annem sakin, o zaman alt dudağımı acıklı bir biçimde bükerek ağlamaya başlıyorum. Buna babam hiç dayanamıyor he he :)) Annem de gülse mi ağlasa mı bilemiyor, konu kapanıyor.

Gördüğüm her C harfi benim için aydede. Bana aksini dayatmayın lütfen. Bir de yuvarlak olanlar var. Onlar da pop.

Top değil efendim pop :))

Kelime kullanmayı şahsen gereksiz buluyorum. Anne, dede, teyze, aydede, kedi, duu gibi bir kaç kelime ile kendimi ifade edebildiğime inanıyorum. Bir de joker kelimelerim var. Mesela "gaga" var. Yeri gelince zeytin, yeri gelince tornavida veya çay olabiliyor. Artık siz bulup çıkarın bir zahmet..

Köpek dişleri beklemede. İştahım, uykum huyum suyum da buna bağlı olarak değişiyor. Lokumla turşu arasında gidip geliyorum:))

Babamı bu ara çok seviyorum. Bana çok güzel baktığı gibi çok da uydurukçu bir insan kendisi. Şimdi beni halıya yatırıyor boylu boyunca evi öyle dolaştırıyor. Daha onun fotoğrafını çekemedik ama aşağıda başka bir oyunumuzdan pozlarımı görebilirsiniz. "Kutu içinde madenci lambası ile vileda kardeşliği" adında özgün bir eser. Annem bu oyunları akıl edemiyor ama bizi izlerken çok gülüyor.



Annem dedim de, çok eğlenceli bir kadın. Ama yaptıkları değil de kafasındakiler beni daha çok güldürüyor. Şöyle ki, internette mi ne bir yerde okumuş sanırım. Sen fasulyeleri bir kaba boşalt, elime de süzgeç verip, "doldur evladım öbürünü" dedi. ??? Birincisi niye? İkincisi ben bunları yere atınca kızıyorsunuz yemeğinle oynama diye, şimdi neden oynatıyorsunuz? Üçüncüsü kaba değil de yere koyunca niye bu kadar büyük mesele ediyorsunuz?





Neyse bir iki doldurdum sevinsinler diye. Ama 1 kg fasulye sıkıldım tabii. Dedim bari biraz yere atayım sonra süpürge tutayım ardından da vileda yapayım. İnanır mısnız, ben bayılırlar diye düşünürken yine yaranamadım!! Şu büyükleri anlamak çok zor!





Arayı açmayacağım, yine geleceğim, sanırım oyun grubuna başlayacağım çok heyecanlı.

14 Ekim 2010 Perşembe

İlk 5 mimi

Sevkülü arkadaşım Yeliz mimlemiş :) Ben de baktım buldum buyrun yazıyorum. Yalnız üşendim link veremedim. Başlıklardan bulursunuz diye:)

15. ay, Can, ben, anneliğin narsisistik toslamaları: Başlık uzun ve afilli, ondan olmuş olabilir :)

Çocuğunuzla kaliteli zaman geçirdiğinizi nereden anlarsınız: He he bu çok olta bir başlık :) Kendine güvenen çocuk yetiştirmenin 100 yolu, 1000 yolu gibi konulardan biri sanılmış ama postun içi o değildi:)

Pedagog pedagog dediğin: Nurturia'da çok merak edilmişti "psikolog anne modu". Gelen özel istekleri :p kıramayıp yazmıştım. Güzel yazımdır severim kendisini :))

Çocuğunu kendinden korumak: Bu konu üzerine daha ne yazarım ama tuttum kendimi. Can'la yaşadığımız bir gerginlik sonrası çıkmış aydınlatıcı bir yazıydı velhasıl..

Emzirmenin sonu: Acıklı yazı bu. Her anne olmuş insanın başına geldiği için çok ortak bir başlıktı. Bu yüzden bakılmış olabilir.

Bu arada bu yazıların hepsi son dönemde. İlk zamanlardan pek yazı yok sankim. Tümü sekmesi tıklanınca geliyordu bunlar değil mi?

Özgüranne, Selen, yeni anne Suzy, Hande, Dağlar Kızı yazar mısınız acep? :)

10 Ekim 2010 Pazar

Bir Pazar Günü



Ben çocukken pazar günleri soba başında ayakkabı boyanırdı. Gazete kağıdı sererdik. Önce fırçalarsın tozları gider. Sonra boyarsın genellikle siyahtır ayakkabılar. Ardından da yine fırçalarsın parlasın diye :)

Sonra maç sesi gelirdi radyodan. İnanılmaz hızlı maç anlatan bir ses vardı radyoda. Her maçı 15 dakika anlatıp öbür maça bağlanılırdı.

Banyo yapılır, ödevler tamamlanır, sonra yatılırdı.

Üniversitedeyken sonlara doğru cumartesi gecenin enkazı kaldırılmaya çalışılır, final haftası ise pijamalarla evde çalışılır bezilirdi.

Bugün ise "anne" pazarımdı :)) Bazı günler daha anne anne hissediyorum, öyle bir pazar işte.

Babaannemize gittik sabahtan. Can 7 buçuk gibi kalktı. Bir biberon sütü devirdikten sonra yola çıktık. Babaannemize giderken yolda aldığımız poğaçalara tezahürat yaptıysa da gidince yemedi. Kudurmaktan kahvaltı etmedi. Olsun varsın, öğlen iyi yer dedik, öyle oldu.

Öğlen uykusunu 2.5 saat uyuyunca babaannede tahminimizden uzun kaldık, çok ama çok eğlendik. Akşamüzeri Amerika'dan gelecek arkadaşımızı karşıladık, yolda uyudu kuzu iyi oldu. Arkadaşımızı alıp Sultanahmet'e geldik. Ben tutturunca köfte yedik :)) Can kuzu sosyal böcek oldu, bütün köfteci misafirleri gelip Can'ı mıncırdı :) O da öpücük yolladı, el salladı. Eve geldik sonra şimdi uyudu :)

Sarılmayı öğrendiğinden beri anneeee deyip sarılıyor. Ne bu diyorsun? Bu nasıl bir duygu hali? Bu nasıl bir haz? Sarılıyor, öpüyor biz de eriyoruz :) Yatar yatmaz özlüyoruz...

Bu arada telefonum bozuldu, numaralarım mesajlarım gitti :(( Daha doğrusu eski telefonumdan silmiştim, yenisini de şimdilik açamıyorum, bilginize :(

Not: Fotoğrafı 3-4 ay önce çekmiştim balkondan :)

9 Ekim 2010 Cumartesi

Vee kitaba başladım...



İnanır mısınız dün akşam gelen sevgili blog dostlarımın yüreklendirmesi ile aldım kalemi elime yeniden, yazmaya başladım :)

Hatta her bölümde 3-4 yazı olacak, ilk bölümün 3 yazısını tamamladım bile :)
Bugün ondan mıdır nedir bilmem, kışı bir özlemişlik, bir hafiflik, bir mutluluk hakim bende :)

Belki de istediğim bir şeye adım atmış olmanın getirdiği hoşluk da olabilir. Kitap yazma sürecimde destek ve yüreklendirme verenler için demo okumalar gelecek :)

Hazırlıklı olun..

Not: Fotoğraf yine konu ile ilgili değil ama çok güzel değil mi?
Not2: Bloğu okuyan dostlarımızdan biri emzirme bittikten sonraki durumlarla ilgili biraz anlatır mısınız demiş, tabii seve seve anlatırım, bir sonraki yazıda :)

8 Ekim 2010 Cuma

Şu hayatta en çok istediğim...

şey ... kitap yazmak.

var aklımda bir proje bir yıldır. Ama başına oturamıyorum bir türlü. Bölümlerin başlıkları bile hazır. Biri dürtse, bir başlasam.. Aslında raflardaki halini bile hayal edebiliyorum :)

Bir de çocuk kitapları yazmayı çok istiyorum..
Yazarım di mi? :)

7 Ekim 2010 Perşembe

Gene doğumgünümdü, kompleksliyim bir de sonbahar geldi, daha ne olsun?

Kitap incelemesiii yazacaktım, dokunaklı bir doğumgünü yazısı yazacaktımmm, tım tım..
Can şunu yaptı diye bir post yazacaktım. Yetiştiremedim. Derleme bir tane yazayım o zaman dedim.

Efendim artık 34'e girmiş bulunmaktayım. Her sene konuşulur gün alınca o yaşta mı sayılıyorsun yoksa, basit bir çıkarma sonucu karşına çıkan sonuç yaşın mı? Ne fark edecek, sonunda o sayıya gireceksin en fazla seneye :))

Güzel güzel, pişman değilim yeni yaşıma girdiğime :) Pişman olsan ne yazar? Biraz göbek, biraz kırışık, azıcık beyaz... Hoşgelsin hepsi, yaşadığımın ispatı değil mi?

Başlıkta geçen kompleksliyime uygun fotoğraf ise burada. Yemek yapmayı pek bilmeyen biri olarak geçen hafta yaptığım peynirli poğaçaları burada belgelemek istedim. Kıskanıyordum hep öyle blogları :)) Bir daha ne zaman yaparım poğaça bilemediğimden hemen kompleksimi de açık edeyim dedim :) Tarif için, yakın bir arkadaşımın çok sevgili bloğu: defneninfirini. com'u ziyaret ediniz lütfen :)




Bir de neydi? Hımmm evet sonbahar...
Can'ı yağmurda evde nasıl eğlendireceğim? Yorulmazsa uyumuyor, dön dolaş evde nasıl yorsam? Oyun grubu diyorum bir yandan, bir yandan nedense sürekli erteliyorum.. Hava hep şöyle 21 derecelerde ve güneşli olsa keşke.

Her hafta 1 -bir- yeni yer veya tecrübe kazandırmak gibi bir motto koymuştum kendime. Yer, yemek, durum, oyun gibi. Hani rutine giriyoruz bazen herşeyde onu aşmak için. Düşüneyim bakayım, geçen hafta var mıydı "1yeni" bir şey? Hiii yok muydu?

Bugün bal yedi o sayılır mı? Bak yapmamışız işte iyi ki yazdım.

Ben biraz düşüneyim bakayım.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Emzirmenin sonu...



Bööö :(
Bitti emzirme maceramız. Biter bitmez de aklıma Can'ın fotoğraftaki gibi halleri düştü...

Kadıköy Şifa'da başlayıp, sokak, cafe, sahil, restoran demeyen emzirme maceramızın böyle sonlanacağını hiç düşünmemiştim. Kafamda nerden olduğunu bilmediğim bir 18 ay miladı koymuştum, ona gelemeden bitti.

Hep okuduğum cümleyle içim buruk biraz: son emzirmenin son emzirme olduğunu bilebilseydim keşke... 5 gün oluyor meme istemiyor, sormuyor, aramıyor... Halbuki ben son zamanlarda zor bırakacağımızı bile düşünmüştüm (ister mi acaba tekrar?)..

Aklımda ise emzirmeyle ilgili anılarım var: still tea, çilek kompostosu, boyuna su içmek, pompanın sesi, sütün memeye indiği an, gece emip emip birden uykuya dalması, hele hele en başlardaki mideden gelen doyma sesi, ağızdan gelen fazla süt, 3 saatte bir buluşmak..

Al bakalım sana yeni bir dönem, hayırlı olsun...
Darısı, böyle güzeli, böyle keyiflisi ikinci bebeğimize inşallah..

(Yok bir şey panik yapmayın :) )

24 Eylül 2010 Cuma

Çocuğunu kendinden korumak...



Garip geliyor değil mi kulağa?
En sevdiğin varlığı kendinden korumak da neyin nesi diyebiliyor insan? Ben ona zarar verir miyim hiç?

Geçen gün Özgüranne ile daldık bu konuya, henüz çıkamadık:)
Ben de dün bunları düşünürken buldum kendimi, yazayım bari..

Aslında en çok da kendinden sakınman lazım yavruyu. Nutella, kola, hamburger seven bir anne olarak mesela ben ilk golü burada yemiş bulunuyorum :)) İkinci golü ise pms dönemlerindeki aşırı sabırsız tavrım ile.. İnanın Can benden daha sabırlı oluyor o dönemlerde 16 aylık hali ile..

Bunlar işin esprisi belki ama, çocuğunu kendinden koruyacaksın bence zaman zaman.

Egondan koruyacaksın bir kere.
Yükseeek yükseeeekk egolar mahveder çocuğu. Yer bırakmaz bir defa ona. "Sen" olmaya çalışırken "ben" olamaz. Sonra da olmayan "ben"i ile hayat üzerine üzerine gelir..

Yarım kalmış planlarından, bitmemiş işlerinden, gerçekleşmemiş heveslerinden koruyacaksın sonra. Bir sen çıkarmaya çalışmayacaksın, bulursan kendini onda, bir durup düşüneceksin gururlanmadan evvel..

Kemikleşmiş yargılarından, önü belli yargılarından, arkası belli olmayan, nerden geldiğini bilmediğin korkularından sakınacaksın. O kendi kendini geliştirene kadar sen az biraz izleyici olacaksın. Zırt pırt dalmayacaksın sahneye, rejisörü kızdırmayacaksın :)

Kurslar, hobiler, öğretmenler, okullar arasında bulursan elele sizi, nelerden korumak için söz verdiğini kendine unutmayacaksın. Yine yeni yeniden önce kendinden koruyacaksın.

Anneliğimin üzerimde en eğreti durduğu zamanlar Can'ı kendimden nasıl koruyacağımı bilmediğim zamanlar..

Hepimizin eğreti zamanları az olsun, iyi hafta sonları olsun :))

22 Eylül 2010 Çarşamba

Çocuğunuzla kaliteli zaman geçirdiğinizi nereden anlarsınız?

Bu başlığı içeren bir çok yazı yazdım profesyonel olarak ve de okudum.
Ama şimdi yazacaklarım kimse için ölçüt olmasa da bana oldu :)

Çocuğumla kaliteli zaman geçirdiğimi şuralardan anlıyorum:

-Oynarken sıkılmıyorum
-Aklım Can uykuya daldığında yapacağım işlerde olmuyor
-İçimden sıcak sıcak birşeyler akıyor Can'a doğru :)
-Can daha çok dokunuyor, oyunlarında daha bir "karşılıklı" oluyor
-Oyuncakların herrr yere dağılmasına takılmıyorum
-Daha çok kikirdiyorum
-Bazen ise o sessiz ben sessiz 15 dakika geçiriyorum

"Kalite" kelimesini eskittik bence artık.
Yerine "keyifli anne babalık" diyor ve kısa süre sonra aşağıda gördüğünüz kitaptan bahsedeceğimi bildiriyorum...

21 Eylül 2010 Salı

Salıver gitsin..



Soruları diyorum salıver gitsin..

Sağlıklıysan hazinenin başına 1 koy demişler. Evin varsa bir sıfır ekle. Etti hazinen 10 birim. Araban varsa bir sıfır daha ekle. Plazman, alışverişte harcayacak paran, yazlığın varsa ekle sıfırları. Etti mi sana 1.000.000 liralık hazine?

Kaldır şimdi başındaki 1'i. Gripsen, miden ağrıyorsa, Allah korusun daha ciddi bi hastalığın varsa neye yarar ardındaki sıfırlar? Zengin sayılır mısın o sıfırlarla hala?

Neden diyorum bunları, sağlıklı olmaya şükretmeyi unutmayayım diye...

Gel gör ki uzaya salıvereceğim sorular da şöyle sıralanıyor. Buyrunuz bakınız, uzay boşluğuna kaçmış uçurtma misali yakalarsanız bir zahmet geri yollarsınız:))

1.Şimdi Can kuzu kendi kendine biraz biraz kaşık ve çatal kullanarak yemek yiyebiliyor. BabaCan'ın deyimi ile verim düşük tabii. Ben "ben besleyeyim iyi beslensin" ile "kendi yesin" arasında kaldım. Ne yapsak?

2.Çünkü kilo alımı eskiye oranla azaldı. Biliyoruz ki bir yaştan sonra iştah azalıyor vs vs ama ne bileyim kilosuna ne zaman takılmak lazım acaba?

3.Bu durumda yemek mevzundan devam edersek, sanki dön dolaş aynı yemekleri veriyorum gibi geliyor. Biraz suçlu hissediyorum kendimi. Mesela bu bir sorun mudur?

4.Gece uyanınca "Düüüttt" diye uyanıyor:) Su vs ile bazen oyalanıyor. Bazen yemiyor, illa süt istiyor. Vermek geliyor içimden ama vermesek mi?

5.4 üstte 4 altta, 2 azı, 2 köpek geldi. Sırada kim var?:)

Şimdilik bu kadar:) Geri geleceğim...

NOT: Resim yazı ile alakasız olup, ben çektiğim için bu yazıya eklenmiştir :)) Yer de anneanne ve dedemizin bahçesi.

Tam bilemedim ne olduğunu...



Acaba diyorum bazen Can'ın nasıl düşündüğünü bilmek nasıl olurdu? Mesela dün okuduğum kitapta cevabı olmayan sorular sormayın bu yaş grubuna diyor ya, ahanda dedim bu benim! Çok komik geldi, herhalde bunları sorunca Can "Anneee nerden bileyim" falan diyordur. Bknz:

-Can'cım o top büyük hiç ordan geçer mi?
-Annecim, neden çıkartıyorsun çoraplarını?
-Kuzum, arabanı niye sakladın buraya?

Çok saçmaymış di mi? :)) Yakalarsam kendimi yazacağım diğer örnekleri de.

Bir de bu ara Can biraz kımıl ve de vıyık. Tam tanımı bu gerçekten :) Şöyle ki, biraz mızmız gibi, dişler dedim önce (her sıkıştığımda olduğu gibi:) ). Ama sanki daha bilişsel ve duygusal birşeyler oluyor gibi. Repertuar ve uyaranlar genişledikçe sanki bazı şemalar oluşuyor, bir gün sonra bozuluyor, yerine yenisi geliyor. Tam anlatamadım ama ben anladım :)))

Yani demek istediğim büyüdükçe ve beyindeki kıvrımlar arttıkça bilişsel olarak duygular da boş durmuyor. Onlar da denge sağlamaya çalışıyor beraberce.

Bir de neden tatilde gece boyu uyuyordu da şimdi uyanıyor mesela?

Buldum, bir sonraki postu kara delikte kaybolan sorulara ayıracağım! Cevapları gelir belki...

İmza: Bu ara kuzusunu evde bırakırken içi bir fena olan anne.

17 Eylül 2010 Cuma

Gölgemle ben..



Gölgeler

Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere;
Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere...

Necip Fazıl KISAKÜREK

16 Eylül 2010 Perşembe

Bir enstantane..

Can ile çıktığımız gezide birçok sokak çalgıcısı ile karşılaşınca Can sürekli alkışlar olmuştu. 3 hafta boyunca hemen hemen her gün değişik sokak çalgıcıları görmüş, yanlarına gidip yaylana yaylana dans etmiş, naynay yapmış, elleri ile çıpıl çıpıl alkışlamıştı..

Sonra tatilin son günü Can arabasında uyuyunca anne baba yemek yemeye karar verdiler. Klasik gitarı ile müzik yapan bir müzisyen de restorandaki müşterileri müziği ile ağırlamaktaydı. Anne baba siparişi verdi, tam o sırada müzik bitti, müşteriler kibarca ama gönülden alkışlamaya başladılar.

İşte tam bu bu sırada Can anne babaya kocaman bir gülümseme armağan eder: Uykusundan aniden ve telaşla uyanır, alkışlamaya başlar, sonra küt! diye uyur tekrar :)))) Klasik müzik konserinde uyumuş da yakalanmış bu halini anne baba ikinci şarkıda da yakalar. Artık Can her duyduğu alkış sesine eşlik eder, yanımıza da bu anı kalır :)



15 Eylül 2010 Çarşamba

16. ay ve Ada sahilleri

Sen tut koskoca çelik kapının sapından tut aç, çık dışarı!! Ben bunu 18 aylıkken falan bekliyordum. Aynı "Aaaa bu tshirt daha büyük gelir" dediğim tshirtü bugün giydirip en fazla 2 hafta giyebileceğimizi gördüğüm gibi..

16. ay demek kaş ve göz arasındaki mesafenin ne kadar az olduğunu anladığınız aydır. O mesafede dolaplar kapılar açılmaya, bisikletine kendi başına oturmaya, koltuğa tırmanıp "ppaaa" sesleir arasında (hoppanın son hecesi) aşağıya kendini atma ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Artık yalnız bırakılması feci tehlikeli bir ajana dönüştü Can :) Her an bir şey yapabiliyor..

Cümleler ise tek kelimeli, ama feci anlamlı. Aynı kelimeyi 65 ayrı tonlamayla kullanıp kendini pek de güzel ifade ediyor. "mama" kelimesi, "mama istiyorum", "mama istemiyorum", "kaşık", "mama sandalyesi", " aaa anne sen kendi yediğinden versene" anlamlarına gelebiliyor mesela :)

Bazen beni nasıl dinlediğine hayret ediyorum. Bir ses tonum var benim, ciddi ve önemli birşeyi Can'a açıklama ses tonu. Ama içine şefkat de katılmış olanından :) Heh işte o ses tonu sakinleştirici gibi. O ses tonu ile süpürge bırakılıyor, o ses tonu duyulunca artık ısrar edilmiyor. Her zaman mı? Yoook canııımmm...

Adalar'a gittik demiştim ya, Adalar'da hala sokakta sek sek oynanıyor, çocuklar kaldırımları tebeşirle boyuyuor, yola futbol stadı çiziyor... Ne güzel..












Bunlar da fayton maceramızdan...

Bir dönem Ada'da mı yaşasak acaba?

14 Eylül 2010 Salı

BİR çok ŞEY

Mesela sonbahar geldi.
Mesela bir melek uçtu dünyadan..
Bayram oldu sonra kalanlardan bazılarımıza..

Yazamayınca nedense daha da yazamıyor insan. Halbuki hemen hemen her gün bunu bloğa yazayım dediğim milyon enstantane oluyor. Ya da aklımdan neler geçiyor.

Dur bakalım başlayalım bir yerlerden..

Sondan başa gidelim mi? Gidelim.

DÜN GECE: Genellikle ağlamayan bir çocuk Can. Canı acırsa veya -artık- elinden bir şey alınırsa ağlar. Dün geceyi ise dekoderler çözemedi. Yoğurt kabını yere boca etmesine izin vermeyen anneye yapışarak ağlama moduna girdi önce. Ağladı ağladı, sonra tam geçti derken, vileda için ağladı bir posta. Haydaaa derken banyo yapmak istemedi, ardından da meeemeee diye ağladı. Tespitimiz şu yönde: Hani böyle belli bir saate kadar uyumazsan sonra uyuyamazsın ya onun gibi oldu. Sinirleri gerildi bir yerde, sonra toparlayamadı. En son anne ile el ele yatınca resetleyebildi kendini.

Duygular ve heyecanlar sanki minik kalbi için bazen yorucu oluyor gibi. O anlarda işte anne olmak çok keyifli :)) O heyecanlı bünyeyi rahatlatmak çok güzel :))

DÜN GÜNDÜZ: Bahçede Can ile gezerken, bizim alt komşumuzun çocuğu ve bakıcı ablası da geziyorlardı. Can ablanın elindeki kova küreğe kurdu. Anne "olmaz bizim değil" deyince bıraktı geri geldi. Aha! 5 dakika sonra kaşla göz arasında almış kova küreği karşıdan gülümsüyor. Neyse arkadaşımız isteyince geri verdik. Can'ın yaptığı ikinci hamle ise bitirdi bizi! Ablanın elinden tuttu, en şirin haliyle parmağını gökyüzüne doğrultup "Ayde?" dedi. Abla aydedeye bakarken de kovayı aldığı gibi koşmaya başladı! Böh dedim :)))

BAYRAM GÜNLERİ: Anneanne ve dedeye gittik, el öptük, kumbaramız oldu. Bizim evde girişte duran 1 liralar da yalan oldu, Can'ın serveti hızla büyüyor :)

Ada'ya gittik, faytonda büyük adam gibi oturdu inanamadık. Faytonun yaylanma halini taklit ediyor, çok komik :) Fotolar ayrı bir post konusu..

Duru, Nehir, Kanat ve Derin ile görüştük. Akranlarının yanında nasıl mutlu oluyor, çığlıklar gırla gidiyor.

Çatalla karpuz yedi, ikinci ayakkabısı geldi, dondurma görünce yalanmaya başladı, öpücükler artık yanağa konuyor ıslak ıslak. Oyuncak elektrik süpürgesi ile yarım saat oyalanıp, arkasından evi vileda yapıp, bir de toz alıyor, annesine çekmemiş :P




16 aya bir hafta kala, kişilik gelişiminin nasıl ilerlediğini görmek mümkün. Anne ise oyun grubu arayışı, memeden kesme, oturaklı hayata geçiş (mi?) konuları ile meşgul.

Sonbaharı özlemişim, serin havalar iyi geldi... Caz festivali, Şebnem Ferah ve Duman konserlerine gitsek ne iyi olur.

Bu postu bitireyim en iyisi burada :)) Darısı daha derli topluların başına..

23 Ağustos 2010 Pazartesi

15. ay, Can, ben, anneliğin narsisistik toslamaları.

Master tezi başlığı olan bu yazının sonunun nereye gideceği hiç belli değil. Ama başlamadan, bloğuma ilk defa yorum yazan ve ikinci bebekte yaşadığı zorlukları hep okuduğum Günebakan, aynı kafada olduğumuzu düşündüğüm Çokoprenses ve yeri bamaaaşkaaaa sevgili Yeliz'in yorumlarına teknik sebeplerden dolayı cevap verememiş olmanın özrünü de buradan dileyeyim.

Bloğa yazmıyorsam iki sebebi vardır:
1.Kafam karışıktır.
2.Kafam karışıktır. :))
Anlaşılıyor di mi gelen ilk yazıdan?

Şimdi geçtiğimiz günlerde uzman anne olmak üzere gelen sorular üzerine kısa bir post yazmıştım. Şu günlerde uzman anne olarak gol yemiş bulunmaktayım. Açıklayacağım. Neden bunu anlatmak istiyorum. Çünkü esas fark ettiğim şey şu; sende güçlü olduğuna inandığın özellikler oluyor. Mesela diyorsun ki "Ben çok güçlüyümdür, hiç hasta olmam" sonra pat bakıyorsun köh köh öksürüyorsun! Olmaz dediğin şey olunca da kızıyorsun.

Bu çocuk yetiştirirken olunca resmen gol yemiş hissediyorsun. Çünkü orasının güçlü olduğuna inanırken oradan vurulunca ağırına gidiyor. Sabırlı sanarken kendini çabuk kızınca ne oluyor diyorsun. Ya da mesela ben güzel yemek yaparım diyorsun. Ama seninki yemiyor yaptığın yemeği, aaaa inanamıyorsun gözlerine. Esas kötüsü kendine atfettiğin ve memnun olduğun özellikleri çocuğunda görememek. Sen genelde hareketliysen çocuğun sakinse, sen dışadönüksen çocuğun paçana yapışıyorsa da aldığın narsistik yara berelere ne merhem sürmek lazım düşünmeye başlıyorsun.

Uzman anne olunca ise düştüğüm yanılgı şu oldu. Benim için danışanlar söz konusu olunca durumlar normal/normal olmayan diye ikiye ayrılıyor. Dolayısı ile başımıza gelen bir durum "normal olmayan" kategorisine giriyorsa, ziller çalıyor bende. Çünkü bir sonraki hatta 3, 5, 10 sonraki senaryolara gidiyor aklım. Can'ın belli ki dişlerden dolayı iştahı azalınca, aklıma yemek bozuklukları, obezite geliyor. Psikolojik defolar geliyor. Böyle olunca da durum hakkında kendime kızgınlığım moral bozukluğum dağ gibi oluyor. İçinden geçilmez, üzerinden aşılmaz..

Takıldıkça takılıyorum. Demek ki neymiş, anne olmak aslında ayrı bir paydaymış. Sen eşitlemeye çalıştıkça diğer paydalarınla daha da bozulurmuş. Öğrendik bir şey daha.

Bunların yanı sıra bu 15 ay pek şekermiş yahu :))
Her türlü müziğe fıkır fıkır oynuyor. Başıyla ritm tutuyor. Uykuya yastığı ile kendisi dalıyor. Daha bir sürü şey. Foto ve video yüklemesi yapayım bari, böyle anlatılınca kısa kaldı :)

Yaz bitmeden neler neler yapsak stresi yarattım bir de kendime. Listeye eklemek isteyen var mı? :))

10 Ağustos 2010 Salı

Bunu almadan diğerini anlamazsın...

Biz üniversitedeyken “pre requisite” diye bir kavram vardı. Yani “bir dersin asını bsini öğrenmeden ilerisini anlayamazsın evladım” durumu. Gayet mantıklı. Şimdi annelik de bende aynı böyle bir his uyandırıyor. Bazı dersler var ki onları vermeden anne olunca seneye aldığın ileri seviye ders sana patlıyor :)

Şöyle ki bazı dersler var mesela eğer onlardan kıl payı geçmişsen ya da bütünlemede verdiysen bir sonraki dönemde o dersin ileriki düzeyini okuyacağın için “aman neyse geçtik bu dersi, darısını seneye düşünürüm” demek sadece günü kurtarıyor.

İşte karşınızda, bütünlemede geçtiyseniz eğer, ileriki versiyonu sizde kesin patlayacak dersler:

Annelikte Sabır ve Hoşgörü Geliştirme 101
Bu ders valla baba derslerden! Her şey bu ders üzerine kurulu. Sınavları her an olabiliyor, tarihi belli değil. Hoca bazen kanaat kullanabilir, kullanmaya da bilir. Çok temel bir ders olmasına rağmen bu dersi tekrar almak zorunda kalan sınıf arkadaşı çok. Sınıf bayağı bir kalabalık oluyor. Not tutmazsan arkadaşının tuttuğu notlar senin bir işine yaramıyor, neden, çünkü her öğrenciye ayrı soru hazırlanıyor keh keh :)
Ancak Nurturia diye bir site var, daha önceki yıllarda çıkmış sorulara oradan göz gezdirebiliyorsun (Damla nasıl reklam? :) )

Kriz Müdahale 101
Bunun için bana lazım olmaz dememek lazım. Her eve lazım. Nitekim 12 ayı devirdikten sonra bu derste öğrenilenler zırt pırt lazım oluyor. Diyeyim size sınavları çok kazık. Her sınavdan çıktıktan sonra bir yorgunluk hali geliyor. Bu derse çalışmak lazım. İleriki seviyelerine ergenlik deniyor. Çok vakit var demeyin, bu dersi oturun çalışın iyi notla geçin bir zahmet!

Yeme ve Uyku Düzeni Oturtmaya Giriş
En kalabalık sınıf bu! Bu konuda Tracy Ferber Park gibi hocalar var ders veren. İstediğinden alabiliyorsun bu dersi. Ama derste öğrettiklerini sormuyorlar sınavda işte o kötü.. Hep çalışmadığın yerden geliyor. Tam iyi bir not alıyorsun sözlüden hop ertesi hafta yine notun düşüyor. Bu dersin ileriki seviyesi henüz açılmamış ama. Sürekli aynı dersi alabilirsin yani…

Annelikte Kimlik Bunalımı Yönetimi
Ooooo bu ileri seviyeleri olan bir ders.Lohusalık denen başlangıç düzeyi, çalışan anne olma, bakıcı ile ilişkiler, çocuğun ahlaki eğitimi gibi zor içerikli derslere dönüşüyor ilerleyen yıllarda. Çünkü anne ha bire kimliğini yeniliyor. Bu dersten yüksek not almaya kasmaya gerek yok. 50 ile geç mutlu ol yeter ki :)

Yeliz: Olmuş mu saptamalar? :)

7 Ağustos 2010 Cumartesi

14.ayda 14 tespit


1.14. ayda anne artık her durumla ilgili tespit yapmaya başlar :))

2.14 aylık bebeler çok hareketli, oldukça kıpır olur.

3.Vileda, çöp kovası, faraş, süpürge üreticilerine anne her gün bir kez daha saygılarını yollar.

4.Minnacık ağızlar bir kapandı mı açılmaz, mazallah ısrar edilmez, beğenilmeyen yemek zinhar yenmez.

5."Araba mı dedin annecim, hadi bir daha söyle" dendiğinde size atılan gülücük, artık kontrolün kimde olduğunun en iyi göstergesidir.

6.Her türlü kapak, dolap ulaşıma açılmıştır, "Bunun boyu ne zaman bu kadar uzadı?" cümlesi sık sık söylenir.

7.Sarılır, öper, güler, anneye bayılır.

8.Duygularını coşku ile yaşar. Misal dün metroda karşımızda oturan sarışın ablaya nasıl kurduğuna inanamadık! :))

9.Çatal kaşık kullanımı başlar. Ama yanında yer örtüsü, yedek kıyafet şart olur.

10.Her türlü olayı taklit eder, dün olanı hatırlar, sabah olanı kendince anlatır. Düşmüşse yeri gösterir, kafasına vurur, anlamazsak elimizden çeker götürür.

11.Her insan gibi tatlı bir şeyler keşfederse yalanmaktan kendini alamaz. Dondurmacının önünden geçerken "yam yam yam" sesleri çıkarabilir :))

12.Garip bir şekilde babaya gitmek için ağlar, abartmıyorum, 4. saniyede anneye geri döner.

13.Seslenmeye başlar, çağırır, kızar, öfkelenir, alınır, gücenir, mutlu olur..

14.Anne tespit yapacak amma çok şey var diye düşünür, bu serinin bir de anneler hakkında olanını yazmaya karar verir :))

5 Ağustos 2010 Perşembe

Doğallık bozulduğunda..

Can'ı yetiştirirken her konuda "kendiliğinden" lik prensibine uymaya çalışıyorum. Benim çin bu prensip çoğu şeyin "kendiliğinden" olması. Ne demek bu? Can hazır olduğunda.... diye başlayıp cümleye cümlenin devamını Can'ın getirmesi.

Can hazır olduğunda.... yürüsün..
Can hazır olduğunda.... gece emmeleri bitsin..
Can hazır olduğunda .... bay bay yapsın.. Yani herşey kendi hazır olma zamanında "kendiliğinden" olsun.

Bu iyi güzel tabii de her zaman olamayabiliyor. Alıcının ayarları ile oynamak gerekebiliyor. Belki de gerekmiyordur da ben rahat edemiyorum oynamadan..

Şöyle ki Can çok uzun süreler yemek yeme konusunda keyif alan bir çocuktu. 7 aylıktan beri eline aldığı ekmek parçalarını keyifle yer, bizim yediklerimize sulanırdı. Katı gıdaya geçiş hem rahat oldu hem de keyifli. Ama gel gör ki bir kaç zamandır "yemek yemek/yedirmek" bir etkinliğe dönüştü. "Kendiliğinden" olması gereken süreç başlı başına bir olay haline geldi ve bundan çok rahatsızım. Farkında olmadan ben de bu sürece katkıda bulundum. Sonra bir öğünde "ne yapıyorum ben?" dememle birlikte kendime geldim.

Doğallığı bozulmuştu bizde yemek yemenin. Şimdi o doğallığı geri getirmeye çalışıyorum. "Kendiliğinden" yemek yemesi için yüreklendiriyorum, elimden geldiğince zorlamamaya özen gösteriyorum. Birlikte yemeye çalışıyorum. Mutlaka elinde çatal kaşık olmasına özen gösteriyorum. Yemeden keyif almasına model olmaya çalışıyorum. Olacak mı ilerleyen günlerde göreceğiz. Biraz da gelemeyen köpek dişlerini buradan saygıyla selamlıyorum!

Yazışmalar Nurturia'da da var, burada: http://www.nurturia.com.tr/questions/d5238e5e-fdee-4fce-9395-9dc600ce9a6a/1/yemek-yedirmeli-mi-birakalim-kendi-mi-yesin

Görüşürük

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Son haller, fotolar eşliğinde..




İşte 14 aylık bir kuzunun tatil valizi :)) Bir ara tatilin teknik detaylarını da yazmak istiyorum, sıra gelir umarım.. Nitekim zaman zaman Can'ın 3-6 aylık dönemlerinde yaptığımız tatilleri aramıyor değiliz :))

İnsanda bir "yazmazsam unuturum, aman bunu da yazayım" hali oluşuyor bir dönemden sonra. Önce hatırlamak istediklerim:


1.Baba ve anne kelimelerini bizi çağırmak için kullanmıyor mu insanın içi eriyor. Bir de tonları var. Uykudan uyanmışsa "anneaaeee" gibi, uzanamadığı bir oyuncak varsa "Anneeeeeeeiiiieeeee" gibi bir şey :) Misal aşağıdaki fotoğrafta hayvanat bahçesinden aldığımız kitaba bakmak için yere oturdu pat diye. Sonra da etraftaki hayvanları bize anlatıp durdu :)



2.Dün atletizmde Elvan'ı seyrederken, "Eyvan" dedi mesela, çok tatlıydı :)

3.Pipetle içme, çatalla karpuz yeme, kaşıkla yoğurt saçmaca en sevdikleri..

4.Açık bacak, dekolte, göbek frikiği durumlarında gözler birden Coşkun karakterine dönüp "emme" diyor:))) Bakalım nereye varacak bunun sonu..

5.İnanıl-mazzzz hareketli, akşamları pestilim çıkıyor, o hala kımıl zararlısı modunda..




6.Gör kırpmayı öğrenmiş? Nasıl?

Bir de üzerinde düşündüklerim var.. Bezsiz bebek, yeme düzeni, uyku rutini...
Onlara sıra var daha..

29 Temmuz 2010 Perşembe

Bir Şurdan Bir Burdan..

Can kuzusu zeytin yiyip çekirdeğini pıt diye eline alıp veriyor, sonra balıkların nasıl yüzdüğünü elleri ile kıvır kıvır anlatıyor, kollar bronz saçlar sarıya dönmek üzere.

Uçakla 4 saatlik yolculuğun ardından geldik Barselona'ya. Can şaka gibi uçakta 2.5 yazı ile iki buçuk saat kollarımda uyudu! Çok misti :) Ama tabii ben "1 saat uyur uyanır ben de bir şeyler atıştırır gazetelere bakarım" diyordum yalan oldu! En son 6 aylıkken falan bu kadar uyumuştu gündüz.

Neyse bebek yatağı istedik bir ara, gelen şey gerçekten "bebek" yatağı idi. Can içine sığmadı, zaten kucağımdan inmek de istemedi.. Bu arada bebek kemeri diye verdikleri şeyin gerçekten ne kadar dandik olduğunu bir kez daha gördüm. Zaten kımıl bir yavruya o kemer naapsın?

Bu arada denize gidince kuzu dalga seslerinden pek bir korktu, ben bekliyorum ya cuppadank diye girecek, anlatıp duruyorum "Aaaa niye girmiyorsun annecim bak ne güzel" diye. BabaCan dürttü de kendime geldim :)) Neyse kumlarda oturduk, kiraz yedik, su içtik, kum olduk, yıkandık bir daha kum olduk derken eve dönüşte yanaklar bronzlaşmıştı çok tatlı :)

Haberler devam edecek, iyiyiz :)

22 Temmuz 2010 Perşembe

Bu ben miyim, kim miyim?

Son yazımdan bu yana keşif yapmış gibi hissettiğim için bir rahatladım gitti :)

Ama yazının/yazımın sonunda aklıma gelen/takılan konuyu da yazmadan edemeyeceğim. Nitekim pazartesi günü hayatımda ilk defa 3 haftalık bir tatile gidiyoruz. İnternet bulurum muhtemelen ama kitap okumak, yürümek, yemek yemek gibi bir sıralamanın 4. basamağında bulunan internete girmek meeecbuureeeeennnn biraz kaybetti önceliğini. Bugün alışveriş yaptım biraz tatil için ve Can için. İlaçlarını tamamladım, yıkanabilir mayo aldım Can'a. Bir de güneş gözlüğü :) Takar mı bilemem ben aldım dayanamadım.

Bu arada taklit hızı inanılmaz. Dün teyze ile "ördek suya daldı" diye söylerken, bugün minik parmaklarıyla burnumu tuttu, "hadi söyle" dedi resmen. Bazen bu muhteşem öğrenme hızı ve açık kanallar düşündürüyor beni. Arada kimbilir ne kodlar giriyoruz.

Şimdi biz birşey öğretme amacı taşımadan girdiğimiz kodlar için ben bazen bir filtre sistemim olsun istiyorum mesela diyerek yazıya giriyorum. Filtre sistemi şu açıdan gerekli. Bazen "yapma" "etme" "elleme" gibi uyarıları farkında olmadan çok veriyorum. Önünü açıklıyor, arkasını anlatıyorum. Ama yine de bazen bir filtre olsa keşke diyorum. Gereksiz yere gereksiz konuşmasam. Onu şunu da demesem daha 14 aylık kuzuya. Herşeyi açıklamadan bıraksam biraz izlesem.

İşte kendi içimizden çıkıveren matruşka annenin kendimizi şaşırttığı zamanlar ne bol. Ben mesela emzirme olayını hemen kapmıştım. Hemşire hala mememi tutmaya ve anlatmaya çalışırken Can'ı zaten 6 kere emzirmiştim! Cokkodo cokkodo emmişti.. Ya da mesela geçen sene 2.5 aylıkken alıp tek başıma anneanne ve dedenin yanına gitmiştim. Son zamanlardan bir örnek; en yorgun akşamımda uyuması 45 dakika sürmüştü, ben aynı sabırlı sakin halimle güzel güzel uyutmuştum kuzuyu.

Gel gör ki kaosa yatkın insan ruhu, belayı arayıp, kötüyü kaydeden insan hafızası burada da matruşkadan çıkan anneye oyunlar oynuyor. Anne kendinden çıkan olumsuzlara daha çok şaşırıyor.

Şöyle ki bakınız benim annelik öncesi kodlarım:
"Ben çok sakin bir anne olurum"
"Oyununu sadece izlerim hiç öğretme çabam olmaz"
"Kilosuna hiç takılmam sağlıklı olsun da"
"Yetersizlik de neymiş ayol"

kodlar matrix misali çözüldü anne olunca:)) Bu kodların altında gizli olan "ben anne" imajı akıllara zararmış meğer. Nitekim Can ile ilgili kodlar da cabası.

Ben hep, sakin, mutlu, iyi yiyen, şıp diye uyuyan, kendi kendi oynayan bir çocuk imajına sahipmişim. İmaja sahip olmakta sorun yok da kuzu imaja uymayan bir davranış yaptığında "ben anne" nooluyor oluyor. Mesela Can melek bebek kategorisinden hareketli bebek grubuna terfi edince şaşırmıştım bayağı.. Dün mesela minnacık elleri ile arkadaşından topunu cart diye çekince annenin kafasındaki ziller koroya dönüştü: "amanın yoksa bu çocuk oyuncaklarını paylaşmayacak mı?" Halbuki çekmese de "aaaa kendi malına sahip çıkmayacak mı acaba" derdim herhalde:))

Demem o ki, benden çıkan annenin yanında bir de "ben anne" ve "benim bebeğim" imajı çıkıyor zıbırt diye!
İmaj danışmanları bu işe de el atsalar mı? Benden bir Ebru Şallı olur mu mesela?

18 Temmuz 2010 Pazar

Benden çıkan Anne, Anneden çıkamayan ben: bir matruşka masalı...

Şu meşhur çift çizgi ile yolculuk başlıyor. "O an" artık hiçbirşeyin "eskisi" gibi olmayacağının habercisi. Bu cümlenin içinde her şey var. Güzel olanlar da, özlenenler de, yeniler de, eskiler de.

Çift çizginin haber verdiği "9 aya kadar anne olacaksın" haberi eğer istenen bir gebelik ise festivale dönüşüyor. Bulantı da olsa, 20 kilo da alınsa hormonlar eksik olmasın saçlara bir parlaklık, kalçalara bir yuvarlaklık anne adayına da genel bir mutluluk hali getiriyor. Yani hamilelik herkesin bence de çok evrimsel olarak desteklediği bir sürece dönüşüyor. Misal ben kendimi hamileyken bir ülkenin prensesi falan gibi görüyordum :))

Kutsal bir emanet taşıma hali...
Herkesin sevgi dolu gülümseme hali..
En yakınlarının seni böyle dünya kupası gibi el üstünde tutma hali..

Sonraaa..
Doğumla birlikte senden bir "anne" çıkıyor. Bendeki hemen çıkamadı :)) Bence, yakınlarım aksini savunsa da bendeki anne partiye 6. aydan sonra katıldı. Hatta 1 yaş civarı katıldı.. Çünkü o zaman girdi işin içine gerçekten yemek yaparak beslemek, oyuncak seçmek, "yapma!" demek veya dememek arasındaki kararsızlıklar.

Senden çıkan ve "hamile prenses" den dönüşen bu "anne", tırtıldan dönüştüğün kelebek misali kitapçılarda anne bebek kitaplarına konuyor sık sık. İlgilendiği kitapları es geçiveriyor. Çünkü zaman zaten az, onda da kuzuyu daha iyi anlamaya yönelik kitaplara sarıyor..

Oradan kalkan kelebeğin alışveriş için vakti varsa oyuncakçılar, mothercare, bebek giysi mağazalarında buluyor kendini. Sen zaten var olan bedeninle asansörde karşılaşan yabancılar gibi bakışmadan dururken kendine alışveriş çok da çekici gelmiyor..

Aynı kelebek, eğer yazmayı seviyorsa kendini tutamayıp günlük tutmaya başlıyor veya blog açıyor :)) Al sana fazladan günde 45 dakika daha "anne"lik mesaisi.. Blogları okuyor, forumlara bakıyor, yorum bırakıyorsun.
Anne kelebek eskiden ben bu zamanlarda ne yapardım diye düşünmeye başlıyor.

İşteeeeee!
Matruşkanın kapağı sıkışmış da "anne" den sen bir "ben" çıkaramıyorsan üstteki soru daaan diye gelip vuruyor kafana!

Kitaplarım, müziğim, boş zamanım la başlıyor kelebeğin tekrar dönüşme ihtiyacı. Önce biraz kitap okumaya fırsat bulunca mutlu oluyorsun. Bir cafede kahve içince oh miss diyorsun. Az buçuk bulduğun boş zamanlara en başta tatil valizi muamelesi yapıp içine ne bulursan tıkıştırsan da sonraları gerçekten kıymetli anlara dönüştürebiliyorsun.

Ama ben şimdi fark ediyorum ki, aslında bu dahaaa geniişşş bir resim. Yani "anne" matruşkadan çıkarmaya çalıştığın "sen" eskisi gibi değil. O değil. Sen değilsin. Daha doğrusu dönüşmüş başka bir sen. Bence esas kelebek o...

O yeni çıkan "sen" pek tabii eskisine benzemiyor. Nasıl benzesin? Üniversiteye başlarken ve bitirirken aynı mıydın? Ya da evliliğin başı ve şimdiki halinde aynı "eş" misin?

Ben bunu fark edince bir garip oldum. Rahatladım mı desem? Korkum ve telaşem geçti mi desem? Neyse yani, o çıkan kelebeği tanımaya çalışıyorum şimdi.

Bir de insanın kendi kafasındaki "ben anne" imajına uyamadığı anlarda yaşadığı şaşkınlık var ki ona da değineceğim.. (Değin değin bitmez bu matruşkalar :) )

NOT: Bu yazı Özgüranne'nin son yazısından ilham almıştır.

13 Temmuz 2010 Salı

Nasıl Ya?

Hiç anlamadım.
Ne mantığını, ne amacını.

Amaç dikkat çekmekse böyle olmamalı.
Hürriyet gazetesi aile içi şiddet kampanyası ile ilgili fotoğraf yarışması başlatmış?!!??

Neyi çekecekler?
Nasıl bir fotoğraf ödül alacak?

Amacı sonuna kadar destekliyorum, ama fotoğraf yarışması nasıl bir ironi?

Belki de ben anlamadım.
İnşallah anlamamışımdır..

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Annelik kurumunun müfettişleri..

Biz ilkokuldayken müfettişler gelirdi.
Her ne hikmetse öğretmen o günlerde "Evladım, aman müfettiş soru sorar da arkadaşınız bilemezse siz yardım edin e mi?" derdi.

Bir günlüğüne yardımlaşma özgürlüğü..
Birkaç saatliğine bilememe keyfi..

Bizim için tabii. Müfettişin de çok umrunda değildi ne bilip ne bilmediğimiz bence. Sadece hepsinin erkek ve asık suratlı olduğunu hatırlıyorum.

Annelik kurumunu teftişe gelen müfettişler ise 3'e ayrılıyor:

1.Herkese müfettişler
Park teyzeleri başta olmak üzere, kucağa alma, al, emzir, mama ver, ay düşecek teyzeleri bunlar. Kişisel almayın. Sırf bize değil herkese. Öyle onlar. Maksimum kabul gösterdikçe uzaklaşırlar.

Hülya'nın muhteşem analojisi ile mafyalar var sonra. O mafyalar bol bol müfettişlik yapıyor. Sen de tırsıyorsun tabii, sana deseler, kibarca belki de kabaca susturacağın tipler, "Aaaa yürümüyor mu hala" dediklerinde istiyorsun ki Süreyya'nın antrenörünü tutayım, çalıştırayım çocuğu. Allah'tan bu his de 30 saniye ila 1 gece arasında kayboluyor.

Uzmanlar, kitaplar, web siteleri, bloglar, uzman görüşleri... Aaaa bu tür en zorlu müfettiş. Çünkü doğru söyleme ihtimalleri yüksek. Sen de tabii daha çok panik oluyorsun. Panzehiri sağduyu.. Annelik güdüsü falan değil. Bayağı sağduyu.. Nitekim benim annelik güdülerim zıbıtıyor bazen. Ama "insani sağduyum" u daha metanetli buluyorum..

2.Hormonal müfettişler
Bunların ilk ziyareti doğumun ilk anında oluyor. "Bakalım içinizden ışık geçiyor mu?" diye anneliğe cuk diye oturup oturmadığınıza bakıyorlar. "Ay ben sezaryen oldum, dikişim var, 30 saat sancı çektim" dinlemiyorlar.

Hormonal müfettişler kırık not vermek için koşturup duruyor. Lohusalık adındaki yeterlilik sınavında bitiveriyorlar yanınızda. Birkaç tuzakları var her anneyi düşürdükleri: sütün yetiyor mu, bebeğini yatıştırabiliyor musun, kocana hala "kadınlık" görevini yapıyor musun, yuh hala sadece 3 kilo mu verdin? türünden.
Bu müfettişleri savmanın yolu benim için, yürüyüş, çilekli komposto, alışveriş, kafeinsiz kahve, evden çıkma şeklindeydi. E zordu, hala arada geliyorlar ziyarete..

3.Kendine müfettişler
Bak bu en zalimi! Susturmanın, durdurmanın imkanı yok. Bır bır dır dır konuşur bunlar. Bir de ömür boyu yanındalar, çünkü içindeler!

Benim müfettişlerim şu zamanlarda uğruyor;
yorgunsam
uykusuzsam
Can'a tahammül edemeyeceğimi seziyorsam
kafamda başka şeyler varsa
PMS döneminde
BabaCan yoksa, ya da varsa ama ben huysuzsam..

Dedim ya en zalimi bunlar. Git dersin gitmez, kovarsın yine gelir. Bunun da panzehiri bilinç ve biraz da kendine haksızlık etmeme galiba.

İstemiyorum kardeşim müfettiş falan, cevabını bilemezsem sorduğunuz sorunun açar wikipedia'ya bakarım, nedir yani?

9 Temmuz 2010 Cuma

Şirince'den iyi yaşam hisleri..

Başka bir post yazacaktım elim bu fotoğrafa gitti..



Gittiğin yerden iyi hissederek dönmek yok mu..

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Pedagog pedagog dediğin...

7-8 yıl oluyor.
Bir rüya görmüştüm.
Bir deniz vardı, gri dalgalı. Ben denizdeyim ama denizle bir gibiyiz.
Denizin ilerisinde o zamanki sevgilim.
Sahilde ise hayal meyal bir erkek silueti beni davet ediyor.
"Hangisine gitsem?" sorusu var gibi aklımda ama daha çok "Ben kimim?" sorusu.

Bir hafta içinde alından bir randevu.
2.5 sene gidilen terapi süreci.

Sorun var mıydı? Yoktu.
Yok muydu?
Sorun muydu?

2.5 senenin ardından cevaplaması kolay hale gelen bu sorular o zaman, evet saatine bugünün parası ile sanırım 200 Tl ödediğim derin bir süreçti.

Gitmesem olur muydu? Olurdu.
Gittim iyi mi oldu? Oldu.

Mesele burada: Seçim.
Pedagoğa gitmek/gitmemek seçim.

Götürenler daha az biliyor, götürmeyenler daha çok diye değil.
Götürmeyenler kaçırıyor fırsatları, götürenlerin başı göğe eriyor diye değil.

Misal: Can parmak emiyor. Ben bunun için pedagoğa gidiyor muyum? Hayır.
Neden? Çünkü pedagog sıfatımı kes –at, bunun geçici olduğunu biliyorum.
Geçene kadar bekleyebileceğimi, bunu ona ve bana stres yapmayacağımı da.

Vermeli mi şimdi saatine şu kadar TL?

Anne olarak için içini kemiriyor, çocuğun parmak emiyor diye stres oluyor, her elini ağzına götürdüğünde çekiştirmeye çalışıyor, çocuk sinirleniyor, sen üzülüyorsan, ne yapacağını bilemiyorsan benim denizli rüyam gibi, niye gitmeyesin?



Gitmesen olur mu? Olur.
Gitsen iyi olur mu? Bilemem. Bu sana bağlı. Kim olduğuna, hayatta nerede durduğuna.

Ben mentor severim. Bilge severim. Yol gösterenim olsun severim.
Hata yaparsam diye değil, hata yapmaktan korkup daha beterini yaparsam diye.

Herkes dedi/diyor/diyecek: Aman ne şanslı oğlunuz, annesi pedagog. Öyle mi görünüyor dışarıdan?
İçi beni dışı sizi..
Ben biliyorum riskleri, dönemleri ,kişilik bozukluklarını, dönemsel sıkıntıları, patolojik vakaları.
Cidden şanslı mı Can şimdi?

Can şanslı, annesi pedagog olduğu için değil, ben olduğum için :) -diye de narsistlik yapayım.

Velhasıl arkadaşlar;
“durup dururken” “sorun yokken” pedagoğa gitmek tanımlamalarla ilgili. Bana “durup dururken” gelenin sizin rüyalarınıza girdiği durumlarda kimin hakkı olabilir süreci yargılamaya, eleştirmeye.
Tam da bu yüzden adım “sadece anne” bu blogda. Aman dediklerimden demediklerimden kimse alınmasın, “Bak kadın uzman” demesin diye.
Beni de anneler aralarına alsın diye :)

Seneye yazmayı hayal ettiğim kitabın iki kapağı olacak. Yaşadıklarıma pedagog Seçil bir ce-e yapacak bir kapaktan, diğerinden anne Seçil. Orta sayfada buluşabilirsek ne ala…

6 Temmuz 2010 Salı

Regret, Şirince, 13.ay

Sırayla başlayalım.

Regret:Pişmanlık.
Ama tam değil. Regretin içinde daha çok yapamadığından duyduğun hayal kırıklığı var. Pişmanlık ise sanki yaptıklarından. Bugün işten eve dönerken ve arabada Levent Yüksel'in sesinden "Gidiyorum ben sen hoşçakal" çalarken aklıma geldi. Önce eskiden şarkı söylediğim, çok sevdiğim, hatta sesimi eğittiğim, hatta konservatuarın ik sınavını geçtiğim. Sonra da neden şarkı söylemediğim. Neden sürekli buna "regret" ettiğim. Can büyürse yapmadıklarından pişman olmasın. Benim annelik serüvenimde yekün tutanlardan biri de bu: yapamadıklarımdan regret etmek. Etme işte. Ya yap ya etme. Hem yapmayıp hem edince çıkan mahsul ne oluyor biliyor musun?: birşeyleriyapmadığıiçinpişmanlıkduyankişi sendromu. İlacı da yok.

Şirince:Huzur.
Güzeldi. Nişanyan evlerinde kaldık. Görselleri ekleyeceğim. Üşenmeyelim bir yerlere gidelim, değişiklik olsun, hepimize iyi geliyor.
Kuzu su, hortum, havuz derken çok mutluydu. Dünden beri mızık. O mızık olunca ben kilit. Gözler dolu, anlayamamaktan muzdarip.

13.ay: "birey miyim değil miyim?" polemiği
Annemle ben aynı bedende değilmişiz, hımmm ben isteyince yürüyüp annemden ayrılabiliyorum, hoop aman o zaman fazla uzaklaşmayalım!! Hatta yapışsam daha iyi. Bir de azılarım geliyor sanırım. Oyunlardan bile sıkılıyorum. Annem de çaresiz hissediyor bazen. Hiç gerek yok annecim, sarıl kokla, mis...

Can'a bu ara Sık Sorulan Sorular:))
Horoz nasıl yapıyor? üüühüüüü
Karga nasıl yapıyor? Gaa ga gaa
Dede? Öhööö
Baba? ııııhhhhıhhhh (boğaz temizleme efekti)
Kahve makinesi: kuuuguuuuukuuuu (bunu da baba öğretti ??!!??! :) )
Saçın nerede, benimki nerede, babanınki nerede? (Babamızı saçları yok, sakalları gösteriyor :) )
Nasıl yüzüyorsun havuzda? (Elleri önde kımıldatıyor:) )
Eee piş piş nasıl yapıyorsun sen oğlum? (Yere yatıp başını koyuyor kuzu:) )
Alo nasıl yapıyorsun ? (El kulakta :) )

Kelimeler anne, baba, meme, mama, su (duu). Bir de ilk heceleri bazı kelimelerin teyzeye te, kuzenin ismine De :)

Huzursuzlukta bazen anladığının ifade ettiğinden daha fazla olmasının etkisinin olduğunu bile düşünüyorum. Sanki ifade edemeyince bir daralma, bir sıkılma oluyor. Çığlık bile atıyor bazen..

Tatile 3 hafta kaldı, çok heyecanlı:)

1 Temmuz 2010 Perşembe

Türkiye'de çocuk yetiştirmek..

Can'ın ileride akranları da olabilecek türde kişiler maçı kaybettiler diye kendi sahalarının koltuklarını söküp yakarlarken,

Bugün üzerime süren şoför, sonra yanıma yanaşıp "Abla sığamadın mı şeride, korkma korkma alışırsın!" derken ve ben sadece dişlerimi sıkabilirken,

Duygusal zekası yüksek olması beklenen kadın şoförler 4'lülerini yaktıkları andan itibaren her şeyi yapabileceklerini sanarken,

Bir özel okulun fiyatının senelik 37 milyar olduğu ülkemde, sadece ve en önemlisi de eğitim ve sağlıkta fırsat eşitliği gerekirken,

Bir çocuk psikiyatristi tvye çıkıp meşhur oldu diye, 6 ay sonrasına ve 600 TL civarında vizite ücretleri ile çalşırken ve devlet hastanelerinde bu işin ne kadar zor olduğunu bilirken,

SBS denen zımbırtı ve daha birçok sistem zırt pırt değişirken,

Çocuklar için oto koltuğunu zorunlu kılan sisteme rağmen dün sabah yanımdan şoför mahaline oturtulmuş bir çocukla araba kullanan babalar geçerken,

ilk defa çocuğumu nerede yetiştirdiğimin önemini fark ettim.
Bu yazı karamsar oldu dedim kendi kendime ama esas üzüldüğüm ise bir o kadar gerçek olması..

Umut dolu hafta sonları olsun..

Hava ve yol durumu, Murat Kazanasmaz bildiriyor..

Güneşli: Kuzu gece sık uyanmamıştır, sabah 07:00'den önce mesaiye başlamamıştır, anne uyumuştur, yüzünde güneş açar. Kuzu sağlıklıdır, güneş açmasın da ne olsundur...

Parçalı bulutlu: Anne çeşitli sebeplerden yorgun ve tahammülsüzdür. Püskürtülen yemek, yapışılan bacaklar, sadece 30 dakika uyunan öğle dinlenmesinde gökyüzü biraz parçalı bulutlu hissi yaşatır.

Yağmurlu ve kapalı: Kuzunun bir derdi vardır, huyu değişir, kilo almaz, yemez, uyumaz anne biter çok üzülür. Kapanır gökyüzü, annenin içi gri olur..

Rüzgarlı: Kuzu geçiş dönemindeyken eser durur.. Dikkati kısa sürer, mızıktır, oradan oraya eser durur. Bizde 5. 9. ayda esti ve şimdilerde 13. ayda esiyor bu rüzgar..

Şimdi de yol durumu;

Dişlerin ard arda çıkamamasının yarattığı gerginlik yolların biraz sıkışmasına neden oluyor. Köprü bağlantılarında yaşanan yoğunluğun sebebi ise yürüme alıştırmalarında düşülünce emeklemenin tercih edilmesi. Deniz ulaşımı rahat, kuzular suyla bu ara çok iyi anlaşıyor. Annenin iş temposunun azalması ile ışıklarda beklemek gerekmiyor, anneye hep yeşil yanıyor.. 13.ay itibarı ile tüm odaların kapıları açık, girişler serbest, minik parmaklar iş başında. Herkese hayırlı yolculuklar! :)

30 Haziran 2010 Çarşamba

Şefin Spesiyali :)



Herkesin kuzusu kendine muhteşem ya, buldum bakın en iyi tabiri: Şefin Spesiyali :)))