29 Kasım 2010 Pazartesi

Pazartesi Sendromuna Bire Bir :)



Hem bu resim, hem de bu diyalog :)
(Kovayı kafasına takmış gelmiş, anneeaaa diye gösteriyor.. )

Diyalog:

Anne: Can, "turuncu" desene.
Can: Tuuuncuuu
Anne: Peki bir de "Erkan" de.. (Amcanın ismi)
Can: Eeekaaannn
Anne: Peki bir de "Okan" de.. (BabaCan'ın ismi)
Can: Okkaaaa
Anne: Bir de Seçil de (Annenin ismi)
Can: Anneeeeeee

:))

25 Kasım 2010 Perşembe

Çocuk mu çözsün problemi annesi mi? Ne zaman, nasıl?



(Bu Can'ın ilk lego oluşumu :) Konuyla ilgili mi? Eh, biraz:) )

Problem çözebilme becerisi şu dünyada çok önemli. Kat, havuz, yaş, yol problemlerinden bahsetmiyorum. Onlar çözülür elbet. Çözülmese de olur hatta bence.

Ama esas olan problem çözme çocuğun bir "çatışma" ile karşılaştığında bununla nasıl baş edeceği. Problem veya sorun demeyeceğim, "çatışma" diyeceğim. Çünkü oyuncağı paylaşamamak da, oyunda istediği rolü alamamak da neticesinde bir çatışma. Kimisi kendinle, kimisi arkadaşınla, kimisi patronunla..

Şimdi bir süredir şunu düşünüyorum. Ben, biz -yakın arkadaşlarım- çocuklarımıza iyi niyet ve kibarlıkla birlikte "başkasının elinden almamayı ama kendi elindekine de sahip çıkmayı" (Bu tanım bir yuva sahibesine ait, ben sevdim) öğretmeye çalışıyoruz.

Tabii doğa kaosu sever, Can da artık arkadaşlarıyla bu tür çatışmalar yaşamaya başladı. Kalbim tüm içtenliği ile biraz dışarıdan seyirci olmayı ve sorunun Can 18 aylık da olsa eğer ortada fiziksel bir zarar veren amaçlı bir girişim yoksa kendisinin arkadaşı ile çözmesini istiyor. En fazla yönlendirme yaparak, izleyerek, seçenek sunarak. İçimden ve bazen dışımdan "Ver annecim arkadaşın oyuncağını, ama bak almıyoruz" gibi cümleler geçse de en büyük temennim, kendi yaşı, duygusal ve zihinsel becerileri el verdiği sürece sorunlarını kendisinin çözmesi. Çünkü "çatışma" onun, benim değil!

Anne baba olarak çocuğun "çatışma"sına sahip çıkıp kendisini fedakarca ortaya atıp çocuk yerine sorun çözen anne babalar var. Olabilir. Tercihleridir. Benim değil.

Ben oğluma çatışmasını çözmesi için alan veririm, zaman bırakırım. Ama gözlerim. Zarar vermesini veya zarar görmesini de istemem. Çünkü çocuk gördüğünü yapar. Annenin tavsiyesini değil.

Şimdi iş burada karışıyor. Ben Can'a ihtiyacı olan "çatışma" çözme pratiğini yapması için zaman ve yer bırakırken ve beklerken, çocuğunun çatışmasına sahip çıkan anneler birden ortaya atılıyor. Ne oluyor o zaman? Sorun iki yaş civarı iki çocuğun değil, bir çocuğun ve bir yetişkinin oluyor. Çocuk bundan birşey öğreniyor mu? Hayır? Çatışma çözme becerisi gelişiyor mu? Hayır. Peki çatışma çözülüyor mu? Evet, eğer yetişkin güdümlü "durumu ortadan kaldırma"ya çatışma çözme denebilirse evet..

Bir de ikinci grup var. Çocuğunun fiziksel zarara doğru dört nala giden bir "çatışma" ya dahil olduğunu görüp uzaktan kumanda eden ebeveynler. Gözlemek başka bir şey, oturduğun yerden yönerge vermek başka. Çünkü sonuç ilk örnek ile aynı. Çatışma fiziksel zarar devreye girince çözülmemiş, veya en azından "uygun şekilde" çözülmemiş oluyor.

Yaptığıma en doğru demek imkansız. Hatta en doğrusu olmadığını biliyoruz söz konusu insan olunca. Ama böyle durumlarda da "empati" denen kelimeyi sorgularken buluyorum. Empati demek karşındaki ile otur ağla demek değil. Anla demek sadece, ne yaşadığını anla..

Bu konu daha çooooookk sürecek :))

24 Kasım 2010 Çarşamba

Devam edelim..

Bu ayrılma anksiyetesi denen durumun özünde, anneden bağımsız olduğunu fark etmeye başlayan kuzunun "Hoop ne oluyor, annem nerede?" gibisinden bir sıkıntı yaşaması söz konusu. Bir de işin içine "nesne sürekliliği" durumu eklenince annenin tuvalete gitmesi, tamamen bir "ortadan kaybolma" olarak cereyan ediyor kuzunun gözünde. Anne görülüyorsa anne var, aaaaaa anne mutfağa gitti, anne yok! Basbayağı yok! :))

Bakın aşağıya Nurturia'da yazdığım güncelleme ve güncellememe yazan sevgili arkadaşlarımın notlarını görebilirsiniz:

18.ay: anneye feci yapışma ve deli gibi ağlama hali. Bekliyordum ama yine de hazırlıksız yakalandım.. Size de olmuş muydu arkadaşlar?

meycan: :)) yessss...

Toprakana: Ara ara hala oluyo desem.

EmineKartal: su ara öyleyiz. hele bayramda sürekli dizlerimin dibindeydi. üstelik azilar da zorluyor:( oy ki ne oyy

kisd: oluyor şu anda:) tuvalete girmek falan büyük olay mesela

kisd: geçen kardeşimle oynarken (ben de banyoda mıydım ne) birden oynamayı kesmiş, dudaklarını büzmüş ve "anne" demiş en sezercik ses tonuyla.. Sonra oda oda beni aramalar ve banyo kapısında karar kılmalar falan.. geçecek di mi?

eylemyigit: Evet olmuştu

basakcelik: olma mı! hala da sürüyor gibi gibi...

yeliz: evet!hiç bitmeyecek gibi. biticek di mi?

basakcelik: bitecek deyollar ama ne zaman, ne zaman?

EgeEce: ee herkesde var demek sorun yok o zaman ;)

Bilmek ne zor bazen.

23 Kasım 2010 Salı

18.ayı da devirdik.

Diye yazınca başlığı bu ara zorlandığımız ortaya çıkıyor sanırım :)

Aslında sağlık yerinde olduğu sürece başka hiç bir şeyi dert etmeyeceğim demiştim kendi kendime. Başlarda iyi de gittim. Ama sonra zaman ilerleyince nedense zaman zaman nirengilerimi kaybediyorum gibi oluyor bazen (Böh! Cümlenin kendi bile kararsız :) ). Artık daha da inanıyorum ki, anne anne olmadan önce temel dersleri vermeli. Kaygıdan uzaklaşma, çözüm yolu bulma, esneklik vb.

Ama bu ara hem işte hem de kişisel hayatımda çok karşıma çıkan bir durum var: çocuğunu olduğu gibi kabul edebilmek. Ama tüm samimiyetinle, gerçekliğinle, iyi niyetinle şartsız şurtsuz kabul edebilmek. Bence kolay değil. Senden olan, sana benzeyen ama hiç de benzemeyen kuzunun özelliklerini, kişiliğini, krizlerini, öfkesini ve daha seneler içinde karşına çıkacak birçok şeyi kabul edebilmek. Esas işte o zaman ebeveyn olmaya başlıyorsun bence..

Ne bileyim. Bekliyorsun mesela, ya da biraz da umuyorsun şöyle olsun böyle olsun. Şu özellikleri ön planda olsun. Ama olamayabiliyor. Ya da daha iyisi, veya farklısı oluyor. İşteee tam bu sırada o sihirli kelime geliveriyor benim aklıma "kabul". Çok özel bir kelime bence. Çok başka. Ne kadar kabul, o kadar büyüme. Ne çok kabul o kadar kendine güven. Ne sık (çocuğunu olduğu gibi)kabul eden anne o kadar kendini kabul eden çocuk.

Biraz da bayram havası :)

Bir gezdik bir gezdik :) İğneada'da kumlarla oynadık, batan güneş gelen aydedeye el salladık. Kırklareli'nde çimenlerle kardeş olduk. Kuzenimizin adını sürekli tekrar ettik. Parklara gittik, el öptük.

Bu ara ise 18. ayı bitirdik, tek uykuya indik, anneye inanılmaz yapıştık. Biraz ayrılma kaygısına başladık. Evdeki kedimizi kucaklayıp mama yemeye götürdük. Aşı olduk, aşı yerimiz ağrı yaptı, canı yandı üzüldük :(

Kış geliyor diye (soğuk havada kapalı alan AVM istemediğimiz için) pek gönüllü olmadığımız bir oyun grubuna daha başlama kararı aldık.

Anne çook güzel fotolar çekti, bilgisayara yükler yüklemez yavaş yavaş gelecek :)

13 Kasım 2010 Cumartesi

18.ay kuzusu & ilerleyen kitabım

Kitabın ilk iki bölümü bitti :)
Güzel oldu.
Bu bahara yetişse ne güzel olur :)

Can kuzum 18 aylık olma yolunda...
4 gündür evde ve ofiste internet yoktu o yüzden yazamadım bir türlü..
Yarın yazacağım esas; 18. ay da bambaşkaymış yahu..

5 Kasım 2010 Cuma

Türk Zihniyeti!!!

Sabah sitenin yönetimine gittim.
Bomboş ve atıl duran odayı çocuk oyun alanı olarak kullanmak istediğimizi anlattım.
Kapısında zaten "oyun odası" yazan yeri...

Tipik bir Türk yöneticisi ile bir kez daha karşılaşmanın dayanılmaz zulmünü yaşadım yine:
"Ben birşey yapamam!"
Kim yapacak?

Güvenlik sebebini anladım. Camı bol bir yer neticede.
Ama neye kızdım biliyor musunuz?

Şuna: "Eeee siz gidin kendiniz konuşun komşularla" (Sitede 1500 daire var???)
Buna: "Aşağıda ilkokul var orayla görüşün" (1.5 yaş çocuğu için????)
En çok da buna: "Ben bir şey yapamam yönetim olarak, yeni yönetim seçilince onlarla görüşün"

Ben ne diyeyim daha size?

Allah'ım sen Can'ın karşısına bu insanları çıkardığında oğlumun kalbindeki iyi niyeti, zihnindeki çözüm odaklılığı, bedenindeki enerjisini köreltmelerine izin verme.

Amin!!

2 Kasım 2010 Salı

Bebek anneliğinden Çocuk anneliğine..

Bebek annesi saatlerle dakikalarla yaşar..Kaçta emdi, kaçta uyudu, kaç dakika uyanık kaldı diye düşünür, akreple yelkovanla kardeş olur gözleri..
Çocuk annesi ne de çabuk geçiyor saatler der. Ne çabuk büyüyor, az daha koynumda kalsın ister..

Bebek annesi hayatta tutmaya çalışır kuzusunu. Emzirir, besler, maması ile karnını doyurur, üşüdüğünü anlamazsam diye perişan eder kendini.
Çocuk annesi elinde çatal canhıraş verilen mücadaleyi izlerken, mideye giren miktardan çok ağza rastlayan tanelerde mutlu olan gözlere bakar.

Bebek annesi kakanın rengine kokusuna bakar bezi her açtığında.
Çocuk annesi ise "tiiisss" diyen seslerle beze giden minik parmakların zamanlamasını tutturmaya çalışır.

Bebek annesi kuzusunu evde bırakırken öncelikle aklını bırakır.
Çocuk annesi kurulu düzene güveniyorsa kalbini bırakır, bir özler, bir özler.

Bebek annesi omuzlarında ağırlık hisseder bazen bu doyulmaz bağımlı ikili ilişkiyi.
Çocuk annesi bağımsızlaşan kuzusundan her an biraz daha ayrıştığını fark eder.

Bebek annesi seslere göre anlar kuzunun ihtiyaçlarını.
Çocuk annesi sabah 06:24'de "Anneeee düütttt" ile uyanır :)

Yaş aralığı yoktur. Bebek anneliğinin bitip çocuk anneliğine geçtiğimizin de zamanı yoktur. Herkesinki kendine hastır. Kimi acelecidir, kimi ağırdan alır. Ama bebek annesi olmaktan çocuk anneliğine giden yol bu ara mis kokulu yeşillik bir orman benim için :)

1 Kasım 2010 Pazartesi

Oyun grubu durumları..



Oyun grubu: Kuzunun akranları ile bir arada olmasını temel hedef alan, etkinlik de yapsalar fena olmaz, uzman bir göz bi-iki yorum etse tadından yenmez dediğim buluşmalar. Ama tabii şart değil son iki madde. Evde misafirlik olsa o da güzel :)

Yani benim sözlüğümde böyle geçiyor. Sevgili Sinem sormuş akranımız Deren'in annesi. Ben de yazayım dedim.

Perşembe günü bir oyun grubuna başlıyoruz aslında. Ama henüz gitmedik, görmedik, bir gidelim bakalım, yorumlarımı yazarım. Nitekim diğer/daha kurumsal olanları içime sindiremedim ben bir türlü...

Bu gidişle "18-30 ay bebekler için oyun grupları" kuracağız galiba :)) Var mı gelen?

Bilimsel Mim

Bilimsel mimi yazmayı geciktirdim, hemen yazıyorum... buyrun.. Ama herkes yazdı sanırım mimlenecek kimse kaldı mı?


1.Bir zamanlar “bebek günlükleri” vardı. Sizce bloglar onların yerini aldı mı?
Günlükler biraz daha romantikti sanki. Hani ilk saçı, ilk dişi vs. Bloglar anneden de haber veriyor. Bazen açık açık yapıyor, bazen satır aralarında. Ama bebek günlükleri cidden bebeğe dair günlük tutmaktı. Blog dediğimde işin içine “annelik” de giriyor.

2.Blog yazarlığı ebeveynlik tarzınızı etkiliyor mu? Nasıl?
Sanmıyorum. Kimse kalkıp da blogda yazdığına göre anne baba olmaz. Ama anne babalığın bloğu etkilememesi imkansız. Ebeveynlik stilimi değil ama bilgi alışverişimi ister istemez etkiliyor.

3. Anne-baba-çocuk blogları blog dünyasını etkiliyor mu? Nasıl?
Bence etkiliyordur. En basidinden şu anda yazdığımız mim mesela. Mim yazınca ortak bir paydaya geliyorsun bir anda. Dolayısı ile bloglar kendi içlerinde döngüsel bir etkilenme yaratıyor sanırım.

4. Çocuk büyütmekle ilgili olarak, bloglar olmasaydı kesinlikle farklı davranırdım dediğiniz bir şey var mı?
Hımm. Bilemedim. Yok galiba. Aaa var. Kitaplar konusunda mesela. Bir heyecan eve aldım geldim kitapları. Bana kalsa daha almayabilirdim.

5. Anne-Baba olmak meslek mi yoksa üstlendiğimiz toplumsal rollerden biri mi?
Hiçbiri. Meslek olmasın zaten. Toplumsal rol belki. Ama verilen değil, alınan bir rol belki. “Anne”lik mutlaka statüyü değiştiriyor bir anda. O zaman da toplumda taşıdığımız rol de değişiyor tabii.

6. Anne-baba-çocuk blogları, babaları nasıl etkiliyor?
Bizim baba benim etkilendiğim blogerlara bakıyor. Ara sıra soruyor ….ne yapmış…. Nasılmış diye :)

7. Bloglar yoluyla gerçekleşen bilgi ve deneyim aktarımı büyükanne-büyükbabaların bilgi ve deneyimini değersizleştiriyor mu?
Değersizleştirmiyor ama bilgi yer değiştiriyor artık hızla. Kundak tukakaydı eskiden şimdi seviyoruz. Belki internet ve bloglar olmasa kundak daha 25 sene fazla geleneksel bulunacaktı.

8. Anne-baba-çocuk blogları sözkonusu olduğunda, blog yazmayı daha ne kadar sürdürmeyi düşünüyorsunuz?
Bunu ben de kendime soruyorum. Bir yerlerde dururum gibi geliyor. Can’dan önce de iki bloğum vardı zaten. Ama şimdi aktif değiller. Can olunca konu öyle arttı ki… Acaba kapatır mıyım bloğu? Ya da başka bir adreste devam eder miyim şimdilik hiç bilmiyorum. Ama blog bana kitap yazdırmaya başladı ya ölsem de gam yemem :)

9. Yazdığınız blog kapansa ya da kapatılsa bloglar yoluyla kurduğunuz sosyal ilişkiler devam eder mi?
Etmez mi? Herkesle değil belki ama 4-5 arkadaşımı görsem kafi :)