27 Eylül 2010 Pazartesi

Emzirmenin sonu...



Bööö :(
Bitti emzirme maceramız. Biter bitmez de aklıma Can'ın fotoğraftaki gibi halleri düştü...

Kadıköy Şifa'da başlayıp, sokak, cafe, sahil, restoran demeyen emzirme maceramızın böyle sonlanacağını hiç düşünmemiştim. Kafamda nerden olduğunu bilmediğim bir 18 ay miladı koymuştum, ona gelemeden bitti.

Hep okuduğum cümleyle içim buruk biraz: son emzirmenin son emzirme olduğunu bilebilseydim keşke... 5 gün oluyor meme istemiyor, sormuyor, aramıyor... Halbuki ben son zamanlarda zor bırakacağımızı bile düşünmüştüm (ister mi acaba tekrar?)..

Aklımda ise emzirmeyle ilgili anılarım var: still tea, çilek kompostosu, boyuna su içmek, pompanın sesi, sütün memeye indiği an, gece emip emip birden uykuya dalması, hele hele en başlardaki mideden gelen doyma sesi, ağızdan gelen fazla süt, 3 saatte bir buluşmak..

Al bakalım sana yeni bir dönem, hayırlı olsun...
Darısı, böyle güzeli, böyle keyiflisi ikinci bebeğimize inşallah..

(Yok bir şey panik yapmayın :) )

24 Eylül 2010 Cuma

Çocuğunu kendinden korumak...



Garip geliyor değil mi kulağa?
En sevdiğin varlığı kendinden korumak da neyin nesi diyebiliyor insan? Ben ona zarar verir miyim hiç?

Geçen gün Özgüranne ile daldık bu konuya, henüz çıkamadık:)
Ben de dün bunları düşünürken buldum kendimi, yazayım bari..

Aslında en çok da kendinden sakınman lazım yavruyu. Nutella, kola, hamburger seven bir anne olarak mesela ben ilk golü burada yemiş bulunuyorum :)) İkinci golü ise pms dönemlerindeki aşırı sabırsız tavrım ile.. İnanın Can benden daha sabırlı oluyor o dönemlerde 16 aylık hali ile..

Bunlar işin esprisi belki ama, çocuğunu kendinden koruyacaksın bence zaman zaman.

Egondan koruyacaksın bir kere.
Yükseeek yükseeeekk egolar mahveder çocuğu. Yer bırakmaz bir defa ona. "Sen" olmaya çalışırken "ben" olamaz. Sonra da olmayan "ben"i ile hayat üzerine üzerine gelir..

Yarım kalmış planlarından, bitmemiş işlerinden, gerçekleşmemiş heveslerinden koruyacaksın sonra. Bir sen çıkarmaya çalışmayacaksın, bulursan kendini onda, bir durup düşüneceksin gururlanmadan evvel..

Kemikleşmiş yargılarından, önü belli yargılarından, arkası belli olmayan, nerden geldiğini bilmediğin korkularından sakınacaksın. O kendi kendini geliştirene kadar sen az biraz izleyici olacaksın. Zırt pırt dalmayacaksın sahneye, rejisörü kızdırmayacaksın :)

Kurslar, hobiler, öğretmenler, okullar arasında bulursan elele sizi, nelerden korumak için söz verdiğini kendine unutmayacaksın. Yine yeni yeniden önce kendinden koruyacaksın.

Anneliğimin üzerimde en eğreti durduğu zamanlar Can'ı kendimden nasıl koruyacağımı bilmediğim zamanlar..

Hepimizin eğreti zamanları az olsun, iyi hafta sonları olsun :))

22 Eylül 2010 Çarşamba

Çocuğunuzla kaliteli zaman geçirdiğinizi nereden anlarsınız?

Bu başlığı içeren bir çok yazı yazdım profesyonel olarak ve de okudum.
Ama şimdi yazacaklarım kimse için ölçüt olmasa da bana oldu :)

Çocuğumla kaliteli zaman geçirdiğimi şuralardan anlıyorum:

-Oynarken sıkılmıyorum
-Aklım Can uykuya daldığında yapacağım işlerde olmuyor
-İçimden sıcak sıcak birşeyler akıyor Can'a doğru :)
-Can daha çok dokunuyor, oyunlarında daha bir "karşılıklı" oluyor
-Oyuncakların herrr yere dağılmasına takılmıyorum
-Daha çok kikirdiyorum
-Bazen ise o sessiz ben sessiz 15 dakika geçiriyorum

"Kalite" kelimesini eskittik bence artık.
Yerine "keyifli anne babalık" diyor ve kısa süre sonra aşağıda gördüğünüz kitaptan bahsedeceğimi bildiriyorum...

21 Eylül 2010 Salı

Salıver gitsin..



Soruları diyorum salıver gitsin..

Sağlıklıysan hazinenin başına 1 koy demişler. Evin varsa bir sıfır ekle. Etti hazinen 10 birim. Araban varsa bir sıfır daha ekle. Plazman, alışverişte harcayacak paran, yazlığın varsa ekle sıfırları. Etti mi sana 1.000.000 liralık hazine?

Kaldır şimdi başındaki 1'i. Gripsen, miden ağrıyorsa, Allah korusun daha ciddi bi hastalığın varsa neye yarar ardındaki sıfırlar? Zengin sayılır mısın o sıfırlarla hala?

Neden diyorum bunları, sağlıklı olmaya şükretmeyi unutmayayım diye...

Gel gör ki uzaya salıvereceğim sorular da şöyle sıralanıyor. Buyrunuz bakınız, uzay boşluğuna kaçmış uçurtma misali yakalarsanız bir zahmet geri yollarsınız:))

1.Şimdi Can kuzu kendi kendine biraz biraz kaşık ve çatal kullanarak yemek yiyebiliyor. BabaCan'ın deyimi ile verim düşük tabii. Ben "ben besleyeyim iyi beslensin" ile "kendi yesin" arasında kaldım. Ne yapsak?

2.Çünkü kilo alımı eskiye oranla azaldı. Biliyoruz ki bir yaştan sonra iştah azalıyor vs vs ama ne bileyim kilosuna ne zaman takılmak lazım acaba?

3.Bu durumda yemek mevzundan devam edersek, sanki dön dolaş aynı yemekleri veriyorum gibi geliyor. Biraz suçlu hissediyorum kendimi. Mesela bu bir sorun mudur?

4.Gece uyanınca "Düüüttt" diye uyanıyor:) Su vs ile bazen oyalanıyor. Bazen yemiyor, illa süt istiyor. Vermek geliyor içimden ama vermesek mi?

5.4 üstte 4 altta, 2 azı, 2 köpek geldi. Sırada kim var?:)

Şimdilik bu kadar:) Geri geleceğim...

NOT: Resim yazı ile alakasız olup, ben çektiğim için bu yazıya eklenmiştir :)) Yer de anneanne ve dedemizin bahçesi.

Tam bilemedim ne olduğunu...



Acaba diyorum bazen Can'ın nasıl düşündüğünü bilmek nasıl olurdu? Mesela dün okuduğum kitapta cevabı olmayan sorular sormayın bu yaş grubuna diyor ya, ahanda dedim bu benim! Çok komik geldi, herhalde bunları sorunca Can "Anneee nerden bileyim" falan diyordur. Bknz:

-Can'cım o top büyük hiç ordan geçer mi?
-Annecim, neden çıkartıyorsun çoraplarını?
-Kuzum, arabanı niye sakladın buraya?

Çok saçmaymış di mi? :)) Yakalarsam kendimi yazacağım diğer örnekleri de.

Bir de bu ara Can biraz kımıl ve de vıyık. Tam tanımı bu gerçekten :) Şöyle ki, biraz mızmız gibi, dişler dedim önce (her sıkıştığımda olduğu gibi:) ). Ama sanki daha bilişsel ve duygusal birşeyler oluyor gibi. Repertuar ve uyaranlar genişledikçe sanki bazı şemalar oluşuyor, bir gün sonra bozuluyor, yerine yenisi geliyor. Tam anlatamadım ama ben anladım :)))

Yani demek istediğim büyüdükçe ve beyindeki kıvrımlar arttıkça bilişsel olarak duygular da boş durmuyor. Onlar da denge sağlamaya çalışıyor beraberce.

Bir de neden tatilde gece boyu uyuyordu da şimdi uyanıyor mesela?

Buldum, bir sonraki postu kara delikte kaybolan sorulara ayıracağım! Cevapları gelir belki...

İmza: Bu ara kuzusunu evde bırakırken içi bir fena olan anne.

17 Eylül 2010 Cuma

Gölgemle ben..



Gölgeler

Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere;
Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere...

Necip Fazıl KISAKÜREK

16 Eylül 2010 Perşembe

Bir enstantane..

Can ile çıktığımız gezide birçok sokak çalgıcısı ile karşılaşınca Can sürekli alkışlar olmuştu. 3 hafta boyunca hemen hemen her gün değişik sokak çalgıcıları görmüş, yanlarına gidip yaylana yaylana dans etmiş, naynay yapmış, elleri ile çıpıl çıpıl alkışlamıştı..

Sonra tatilin son günü Can arabasında uyuyunca anne baba yemek yemeye karar verdiler. Klasik gitarı ile müzik yapan bir müzisyen de restorandaki müşterileri müziği ile ağırlamaktaydı. Anne baba siparişi verdi, tam o sırada müzik bitti, müşteriler kibarca ama gönülden alkışlamaya başladılar.

İşte tam bu bu sırada Can anne babaya kocaman bir gülümseme armağan eder: Uykusundan aniden ve telaşla uyanır, alkışlamaya başlar, sonra küt! diye uyur tekrar :)))) Klasik müzik konserinde uyumuş da yakalanmış bu halini anne baba ikinci şarkıda da yakalar. Artık Can her duyduğu alkış sesine eşlik eder, yanımıza da bu anı kalır :)



15 Eylül 2010 Çarşamba

16. ay ve Ada sahilleri

Sen tut koskoca çelik kapının sapından tut aç, çık dışarı!! Ben bunu 18 aylıkken falan bekliyordum. Aynı "Aaaa bu tshirt daha büyük gelir" dediğim tshirtü bugün giydirip en fazla 2 hafta giyebileceğimizi gördüğüm gibi..

16. ay demek kaş ve göz arasındaki mesafenin ne kadar az olduğunu anladığınız aydır. O mesafede dolaplar kapılar açılmaya, bisikletine kendi başına oturmaya, koltuğa tırmanıp "ppaaa" sesleir arasında (hoppanın son hecesi) aşağıya kendini atma ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Artık yalnız bırakılması feci tehlikeli bir ajana dönüştü Can :) Her an bir şey yapabiliyor..

Cümleler ise tek kelimeli, ama feci anlamlı. Aynı kelimeyi 65 ayrı tonlamayla kullanıp kendini pek de güzel ifade ediyor. "mama" kelimesi, "mama istiyorum", "mama istemiyorum", "kaşık", "mama sandalyesi", " aaa anne sen kendi yediğinden versene" anlamlarına gelebiliyor mesela :)

Bazen beni nasıl dinlediğine hayret ediyorum. Bir ses tonum var benim, ciddi ve önemli birşeyi Can'a açıklama ses tonu. Ama içine şefkat de katılmış olanından :) Heh işte o ses tonu sakinleştirici gibi. O ses tonu ile süpürge bırakılıyor, o ses tonu duyulunca artık ısrar edilmiyor. Her zaman mı? Yoook canııımmm...

Adalar'a gittik demiştim ya, Adalar'da hala sokakta sek sek oynanıyor, çocuklar kaldırımları tebeşirle boyuyuor, yola futbol stadı çiziyor... Ne güzel..












Bunlar da fayton maceramızdan...

Bir dönem Ada'da mı yaşasak acaba?

14 Eylül 2010 Salı

BİR çok ŞEY

Mesela sonbahar geldi.
Mesela bir melek uçtu dünyadan..
Bayram oldu sonra kalanlardan bazılarımıza..

Yazamayınca nedense daha da yazamıyor insan. Halbuki hemen hemen her gün bunu bloğa yazayım dediğim milyon enstantane oluyor. Ya da aklımdan neler geçiyor.

Dur bakalım başlayalım bir yerlerden..

Sondan başa gidelim mi? Gidelim.

DÜN GECE: Genellikle ağlamayan bir çocuk Can. Canı acırsa veya -artık- elinden bir şey alınırsa ağlar. Dün geceyi ise dekoderler çözemedi. Yoğurt kabını yere boca etmesine izin vermeyen anneye yapışarak ağlama moduna girdi önce. Ağladı ağladı, sonra tam geçti derken, vileda için ağladı bir posta. Haydaaa derken banyo yapmak istemedi, ardından da meeemeee diye ağladı. Tespitimiz şu yönde: Hani böyle belli bir saate kadar uyumazsan sonra uyuyamazsın ya onun gibi oldu. Sinirleri gerildi bir yerde, sonra toparlayamadı. En son anne ile el ele yatınca resetleyebildi kendini.

Duygular ve heyecanlar sanki minik kalbi için bazen yorucu oluyor gibi. O anlarda işte anne olmak çok keyifli :)) O heyecanlı bünyeyi rahatlatmak çok güzel :))

DÜN GÜNDÜZ: Bahçede Can ile gezerken, bizim alt komşumuzun çocuğu ve bakıcı ablası da geziyorlardı. Can ablanın elindeki kova küreğe kurdu. Anne "olmaz bizim değil" deyince bıraktı geri geldi. Aha! 5 dakika sonra kaşla göz arasında almış kova küreği karşıdan gülümsüyor. Neyse arkadaşımız isteyince geri verdik. Can'ın yaptığı ikinci hamle ise bitirdi bizi! Ablanın elinden tuttu, en şirin haliyle parmağını gökyüzüne doğrultup "Ayde?" dedi. Abla aydedeye bakarken de kovayı aldığı gibi koşmaya başladı! Böh dedim :)))

BAYRAM GÜNLERİ: Anneanne ve dedeye gittik, el öptük, kumbaramız oldu. Bizim evde girişte duran 1 liralar da yalan oldu, Can'ın serveti hızla büyüyor :)

Ada'ya gittik, faytonda büyük adam gibi oturdu inanamadık. Faytonun yaylanma halini taklit ediyor, çok komik :) Fotolar ayrı bir post konusu..

Duru, Nehir, Kanat ve Derin ile görüştük. Akranlarının yanında nasıl mutlu oluyor, çığlıklar gırla gidiyor.

Çatalla karpuz yedi, ikinci ayakkabısı geldi, dondurma görünce yalanmaya başladı, öpücükler artık yanağa konuyor ıslak ıslak. Oyuncak elektrik süpürgesi ile yarım saat oyalanıp, arkasından evi vileda yapıp, bir de toz alıyor, annesine çekmemiş :P




16 aya bir hafta kala, kişilik gelişiminin nasıl ilerlediğini görmek mümkün. Anne ise oyun grubu arayışı, memeden kesme, oturaklı hayata geçiş (mi?) konuları ile meşgul.

Sonbaharı özlemişim, serin havalar iyi geldi... Caz festivali, Şebnem Ferah ve Duman konserlerine gitsek ne iyi olur.

Bu postu bitireyim en iyisi burada :)) Darısı daha derli topluların başına..