27 Aralık 2010 Pazartesi

Aaa bir hafta olmuş..

Bu blog işi karışık. Hep diyorum. Uzun süre ara vermeyeyim. Sonra kopuyorum. Ama olmuyor. Sırada Özgüranne'nin bir mimi var aslında, ama ona daha el atamadım..

Can çok tatlı oldu. Kendi yavrum diye demiyorum. Gerçekten çok tatlı :)))

Şu ara şunlar var:

Hapşuuu der ve ardından ekler, "Haffuuu" :)
Komik kelimeleri tekrarlamayı çok sever: ajjıı (acı), affure (aşure), aşşjj (aç) :)
Tüm kapıları kapar, arkasına saklanır, biz açınca kahkahalar atıp koşmaya başlar..
Yumurtaya "bababa" der..

Bir de şunlar:
Derdini her şekilde anlatır, ya da biz anlarız :)
Herrrrr kelimeyi anlar (Bu çok ilginç, normalde kullanmadığımız kelimeleri bile diyaloğun içinden çıkarabiliyor, korkulur yani)
Aaaaahaahhhaa diye bağırarak koridorda pat pat koşar :)

Anne de onu bir mıncırır, bir mıncırır :)

21 Aralık 2010 Salı

Bu sene ve her sene..



vitrinler beni çok heyecanlandırır..
süslü çam ağaçlarına gidip gidip sarılasım gelir..
konusu yılbaşındaki komiklikler olan filmler izlemek isterim..
yılbaşı günü kar yağsın isterim..

tombala, Nesrin Topkapı, mandalina kabukları...

Bir de tabii geçen sene yapamadıklarım, aman bu sene yapayımlar, okuma kararı aldığım kitaplar, "kendimle daha çok ilgileneceğim" sözleri, giymediğim giysileri toplayıp vereceğim, az ama öz alacağım nidaları var.. Daha liste uzar gider.

Ama bu akşam 16 yıllık 5 kız arkadaşımla "yeni yılı karşılama" yemeği yiyeceğiz :) Üstte yazanları yine konuşacağız. Olsun.

Şimdilik aldığım ilk karar Can'ı büyütürken bana nirengi olsun diyeceğim herşeyi kaydedeceğim bir ajanda tutmak oldu. Gazete haberlerinden tutun da, yeni çıkan bir kitaba, hoş bir karikatürden Can'la gitmek istediğim yerlerin listesine kadar. Bak yine içim kıpır kıpır oldu! Ben iflah olmam :))

20 Aralık 2010 Pazartesi

Büyük resmi unutmayın!

Ben unutuyorum ara ara.
Ara ara hatırlıyorum.

Pazar günkü gazetede ünlü ressam Nuri İyem'in oğlu babasını anlatıyordu. Hayatımda tanışma fırsatım olan bu iki insann portreleri geldi gözümün önüne. Ümit İyem'in babasını anlattığı daha doğrusu portresini çizdiği yazı çok güzeldi. Okudum, içim bir garip oldu..

Sonra da Rum Yetimhanesi ile ilgili yazıyı okudum. İçim yine bir garip oldu. Hiç gidip baktınız mı uzaktan? Avrupa'nın en büyük ahşap binası olduğunu biliyor musunuz? Peki bahçesinde hala çocukların demir yataklarının başlarının olduğunu? Biz gittiğimizde inanılmaz etkilenmiştik.. Keşke düzenlense yine..

Bu iki yazı bana kendimi, hayatımı bir daha düşündürttü çeşitli vesilelerle. Sonra zihnime şu düştü:

Şimdiye kadar geçen 19 ay içinde Can için en çok neyi yaptığıma memnunum? Ya da başka bir deyişle, "iyi ki yaptım oğlum için" dediğim ne var?

Bugün yediği besleyici tarhana çorbası mı? Gittiği oyun grubu mu? Aldığım legolar mı?
Hangisi?

Kolay olmadı bulmak ama galiba şunlar:

-dokunmam, koklamam, sarılmam, "mis'im benim" diye ten tene durmam (Dün beni uzaktan gördü, el sallayıp öpücük yolladı.. öyle güzel bir andı anlatamam).
-anneanne, dede, babaanne, teyze ve kuzeniyle buluşturmam,
-ev düzenini değiştirmeden "O"nu "Biz"e dahil etmemiz,
-elimden geldiğince "yeni/keşfedilmemiş/bilmediği" bir şeyler katmak gününe, dünyasına.

Ne çok soru var ebeveynlikte, -cevaplarını yine kendileri veriyor..

16 Aralık 2010 Perşembe

Bunun burada ne işi var? II :)



Ya bunu hangi ara yapmış? :) (Bu minik hayvan kitapçıkları çoook tatlı, hem de 2.5 lira)

15 Aralık 2010 Çarşamba

Bunun burada ne işi var? I :)



Bu serinin devamı gelecek :)

14 Aralık 2010 Salı

Yaşamın ikinci yılında duygu ve dürtü kontrolü

Siz hiç 18.5 aylık çocuk çığlığı duydunuz mu?
Duymadıysanız duyun bir ara derim :)

İnsan o bedenden o ses nasıl çıkıyor hayret ediyor. Senelerce Sezen Aksu ve Sertab Erener için kullanılan "minik bedenden çıkabilen ses" bizim evde Can için kullanılıyor artık.

Çığlığın türlü sebepleri var..
1.Teyze gelir,
2.Teyze gider,
3.Süt ister,
4.Süt biter,
5.Anne çağırdğı an yanına ışınlanmaz,
6.Anne çağırdığı an yanına ışınlanır..

Yani listeyi uzatmak mümkün.. Neye neden çığlık attığını araştırmayı üçüncü denemeden sonra bıraktık :)) İfade şekli deyip geçiyoruz.

Ama bir haftadır hayatımıza vurma ve ısırma girdi!!

İnanabiliyor musunuz? Benim oğlum? Annesi uzman olan oğlum ısırdı ve vurdu? Olacak iş değil... cık cık cık.. deeeeerrrkeeeen, silkelenip kendime geldim :)))

Kendimce bazı saptamalar yaptım, yine yazayım dedim:)

Şimdi bu kuzular hayatlarının ilk yılında çoğunlukla fizyolojik, emme, yeme, çiş, kaka, ağlama, uyuma, emekleme, yürüme gibi eylemlerle meşguller. Bu eylemler de önceleri çok duygu barındırmıyor içinde. Emiyor, uyuyor, ağlıyor neticede. Var tabii duygu da çok baskın değil.. Daha çok bir "aman hayatta kalayım" telaşesi..

Gel gör ki, takvimlerin ilk yılı devirmesi ve özellikle ikinci yıla doğru ilk yarıyı tamamlaması ile durumlar değişiyor.

Can geçen hafta, boya kalemlerini vermek istemediği için ağladı. Ardından da tepinirken bana vurdu (mu, hala tam bilemiyorum..). Ben de tabii şoka girerek ve tabii abartarak "Aaaa vurulur mu anneye" türünden saçma bir monolog açtım.

Monolog özünde "Can vurma" mesajı taşıyacağına, "Günümüzde artan şiddet ve sosyolojik yapılanması" temalı bir açık oturum gibiydi, -söylediklerimin uzunluğu açısından.. :))

Tabii ki ben bu uuzzzuunnn konuşmayı yaparken psikolojide "negatif pekiştirme" denen durum gerçekleşti! Şöyle ki, ben davranışa gereğinden uzun süre ve içerikle karşılık verdiğim için Can'a "vurma" demekle "aferin evladım" demek arasında hiç bir fark kalmadı, davranış dakikasında pekişti, güçlendi, öğrenildi... (Tabii bu noktada anne kendisine sorar, herşeyi böyle ışık hızıyla öğrenirse yandık değil mi?)..

Neyse, bu olayın üzerinden iki gün geçer. Anne ve baba vurma davranışını abartmadığı sürece ilgi vermeyerek görmezden gelmeyi, böylelikle ilgi verilmeyen davranışın söneceğini düşünmeyi seçerler. Eğer vurma davranışı tekrarlanırsa da "Can sen vurunca canım acıyor" derler = davranış+bendeki etkisi=sonuç. Fena da gitmiyor şimdilik..

Biz buna sevinirken ise gelin görün ki, lügatımıza bir de ısırma eklenir. Isırma annenin kucağındayken, annenin sol omzuna minik ısırıklar atmak şeklinde olunca, geçen seferki hatayı yapmadan ısırınca canımızın acıdığını söyleriz. Can kendiliğinden öper, ve bir daha da ısırmaz. İşin komiği, anne, babanın Can'ı akşam banyo öncesi mıncırır ve sanırım hafiften ısırarak sevdiğini görünce dumur olur :) Babaya uyarı verilir, kanaat notu kırılır, haftaya sözlüye kalkacağı haberi ulaştırılır.

Tüm bunlar olup biterken birden annenin kafasında ampul şekli belirir.

Bu ara sanırım Can'ın yaşadıkları ve verdiği tepkileri ikiye ayırmak lazım. İçgüdüsel ve dürtüsel olanlar ile öğrendikleri. Heyecanlandığında, çok mutlu olduğunda, yorulduğunda, kızdığında tepkiler fizikselleşiyor. Çünkü kelime hazinesi -kendince çok da olsa- yaşadıklarını tarif etmeye ve açıklamaya yetmiyor. Gelen dürtü ve dürtünün sebep olduğu duygunun tarifi zor ikili dansında da biz tepkileri görüyoruz. Ama önemli olan sanırım ardına bakmak.

Pazar günü biraz fazla uyarana maruz kalmış olacak ki, akşam üzerine doğru ağlama şeklinde şarkı söyledi. Ciddiyim. Ağlıyor -gibi, ama şarkı gibi de. Hatta bir ara ağlarken aynaya bakıp, durup, sonra tekrar ağlayıp tekrar durduğunu gördüm :)) Çok komikti.

7 Aralık 2010 Salı

Kuzum...



Bir bakmışız kış gelmiş..
Bir bakmışız sonbahar bitmiş..
Bir bakmışız sen 1.5 yaşında olmuşsun..

Bir bakacağız koca adam olmuşsun...

Yavaş yavaş acele et oğlum :)

6 Aralık 2010 Pazartesi

Çocuk yetiştirirken neden hep olmayanı görürüz?

Mesele sadece çocuk yetiştirmek değil. Konu da bana mı özgü bilmiyorum. Şunu biliyorum. Şikayet etmek gibi değil, ama okumak için seçtiğim kitaplardan, girdiğim bloglara, takip ettiğim uzmanlara bakınca hep "olmayan" için yol aradığımı fark ediyorum. Doğal tabii. "Olan" için zaten yapacak bir şey yok. O oluyor "kendiliğinden". Değil işte. Kendiliğinden de olsa onu da tasvip etmek gerekmez mi?

Açayım biraz daha. Can için BabaCan ile sürekli bir istişare halindeyiz doğal olarak.
"3 gündür iştahsız", "Bak bu ara ayrıştı benden", "Legolarla daha çok oynuyor" gibi gibi gibi... Bu normal ama şimdi bir de aşağıdakilere bakın (kendi kendimle diyaloğum)

-Yumurta yemiyor bu çocuk!; ama peynir ve zeytin yiyor, ona niye sevinmiyorsun?

-Gece uyanıyor hala??; gece boyu beslemeye devam edersen kalkar tabii...

-Kitaplarla pek ilgilenmiyor gibi...; "pek" derken? uzun uzun kap kaçak oynuyor, o sayılmıyor mu?

-Kendi başına oynamıyor uzun süre..; gitme yanına bırak biraz fırsat mı bırakıyorsunuz?

-Biraz çekingen gibi sanki, alışması biraz zaman alıyor; alsın, isterse 1 gün alsın, ne acelen var?

Kızdım kendime! Anlaşılacağı gibi.. Çünkü farkında olmadan kafamda şema ve beklentilerimin olduğunu görüyorum. Ben kış kışladıkça geri gelen. Olmamasına imkan yok, kabul. Ama "anne" olacağım derken, "ben" olmayı unutuyorum... Halbuki "ben" den olacak olan anne daha sevimli:)))

4 Aralık 2010 Cumartesi

1.5 Yaş Alfabesi

Şimdi bunun hamilelikle ilgili olanlarını yazmıştım. Sözlüklerimize girenler ve Sözlüklerimizden çıkanlar olarak..


Burada da 18.ay alfabesini bulabilirsiniz: :)

A: Araba. 15 aylıkken söyleyip şimdi yuttuğumuz kelime. Bir de anahtarına hasta olduğumuz nesne.

B: Banyo. Küvetten duşa geçmemizle rahatlayan süreç.

C: Cancun, caniko, cankuş :) Bizden duydukları :)

D: Deddeeeee. En sık söylediği kelime. Arabayla dedenin evinin önüne geçerken anlıyoruz hemen :)

E: Eannn. "Buraya" demek. "Eaannn anne": Anne buraya otur :)

F: Fikir. Bunun için ayrıca bir resimli post yazacağım. Olmadık nesneler olmadık yerlerden çıkıyor, fikirlerine bayılıyoruz.

G: "Ga". "Tekrar dans ettir beni" :)). Bir de kuşların çıkardığı ses.

H: Uçan halı oyunu. Can'ın küçük bir halıya yatması ve babasının onu evde gezdirmesi ile oluşan uydurmasyon eğlence.

I: "Iıhhh!" Hayır demek. Kafayı iki yana sallayarak, boyun çevrilerek yapılan hareket. Gülmemek lazım ama yapınca çok şirin oluyor :)

İ: İş. Yapmayı en sevdikleri. Süpürme, ütü, yer silme.. Annesi ile alakası yok..

K: Kaga; "karga" aslında. Ama zaman zaman zeytin ve mandalina anlamlarına da gelebiliyor :)

L: Lüle. Bu kelime ilgisiz biraz. Ama eskiden saçlarımızda vardı, artık yok :(

M: Market. Gezmeyi sevdiği, ama herşeyi mıncıklamaktan geri duramadığı ve "mamaaaa" sesleri arasında kısa süren alışveriş olayı.

N: "nelenelelele". Teyzesi ile "Alain Delon'um benim!" isimli nadide şarkıyı seslendirme efekti.

O: "Okkannn". Ben söyleyince "baba" diye eşlik ettiği, ama kelimeyi tekrar et deyince Okkann dediği durum :)

Ö: Ördek, bizde "vakkak". Geçen gün kaybetmişiz ev ayağa kalktı, ama bulamadık :(

P: "İyu iyu iyu". Polis arabası, ambulans ve itfaiye sesi!

R: Reklamlar. Hımm bu ciddi bir konu. Turkcell, ev kokusu, ve çocuk sesi olan her reklamda donup kalıp izliyor, şaka gibi.

S: Süt. Tek aşkımız. Bizdeki ismi "Düdeeee" :)).

Ş: Şimdi ve hemen! İsteklerinin olmasını istediği hız ve zamanlama :)

T: Teyzeeee. İlk ve en net söylediği kelime. Özleyince öyle güzel anlatıyor ki özlediğini :))

U: Uyku. Tek uykuya indiğimizden beri, çok kolay geçiyor uykuya, çok mutluyuz :)

Ü: Ütü. Ev sevdiği oyuncaklardan. Geçen gün legolarından biri ile selpağı ütülüyordu..

V: "Vvıınnn". Her türlü giden araç :)

Y: Yoğurt. Evde yoksa alarm çalmya başlıyor, Can'cası: "Vuvuu".

Z: Zeytin. Hastası olduğu yiyecek.