25 Şubat 2010 Perşembe

Bir tek annem olsun bana bir şey olmaz...

Pınar reklamı.
Ben seyredemiyorum, çok acıklı.

Nasıl bir cümle bu: "Bir tek annem olsun bana bir şey olmaz..."

Özgür Annenin benzetmesi muhteşemdi; "küçük periler gibi gelip herşeyi kotarıyorlar bir anda..". Bizimkiler de öyle. Bayılıyorum onlarla olmaya.. Yemek, çay, sohbet, ilgi alaka gırla.. Can da anlıyor, anne mutlu Can mutlu..

Sonra babaannemiz var, hep arar sorar, hiç yalnız bırakmaz.. "Bir şeye ihtiyacın var mı?" der, bizi kuş gibi hafifletir.. Sezaryenimde O da sancılanır..

Demem o ki; geçen gece sebepsiz yere huzursuzlanan Can'ım, kucağıma geldi, kafasını boynuma gömdü, mırıl mırıl sakinledi.. O zaman dedim yine, bu nasıl bir güvencedir, insanın annesi her zaman mı limandır?

19 Şubat 2010 Cuma

9 ay karnımda 9. ay dünyada

Can karnımda 39 hafta kaldı. Dile kolay otuuzzdokuuzzz hafta! Sor, şimdiye kadar 39 hafta bu kadar mutlu olduğun ne yaptın?

Karnımdaki 9 aylık yolculuğun ardından şimdi dünya üzerindeki 9 ay da doldu.. Bu 9 ay başka bir şeymiş. Her sabah yeni bi beceri ile uyanıyor. Bir gün baba diyor, bir gün poposunu sallaya sallaya "Ho ho ho hover" şarkısına eşlik ediyor, bir gün elleriyle brokoli çiçeklerini yiyor. Büyüyor işte adam akıllı..

Bugün gittik kontrolümüze, iyiyiz, boy, kilo gıcırında. Artık zaten doktora giderken soru bile olmuyor kafamda. Ben mi alışıyorum anneliğe yoksa cidden kolaylaşıyor mu büyüyünce bilemedim. Nazar değmesin, uykularımız da iyi gidiyor.

Buraya yazacaktım sıra sıra neler yediğimizi ama yiyoruz genelde herşeyi. Artık tatları ayırması için öğlen yemeklerinde ayırıyorum karışımları. Bulamaç vermiyorum uzun zamandır. Bir de her öğün mutlaka eline veya önünde tabağına koyuyorum yiyeceklerini, seve seve deniyor..

Başka şeyler düşünüyorum bu ara.. Daha çok iletişim, sosyallik vermek, dünya görüşü kazandırmak adına. Mesela arabanın penceresinden yediğinin kağıdını atmaması gerektiğini öğreteceğiz de atanlara karşı neler hissedecek? Ahlaki değerleri nasıl vereceğim?

Bu fotoğrafları ben çektim, dedemizden geliyor fotoğraf çekme sevdası.. Bu fotoğraflara bakınca işte düşündüm bütün bunları... "Çocuk" yetiştirmekten "İnsan" yetiştirmeye giden yol ne de uzunmuş...





16 Şubat 2010 Salı

Anne olarak doğmadık tabii...

Anne-bebek-çocuk bloglarında anneler arada sırada kendileri hakkında ipuçları verseler de, -hatta vermeseler de- kime benzediklerini bilmek için okumak yetiyor bazen. Ama bizim de bir zamanlar çocuk olduğumuza inanmak zor geliyor. Ne bileyim hatırlamamak değil, uzak sadece.. Ama güzel, buyrun hatırlayalım:)) (He he bakalım hangilerini hatırlıyorsunuz?) :)

*Bir defa "İzmir marşı ile geliyorsunuz Mehter marşı ile gidiyorsunuz" vardı. Hep denerdim Erkan Yolaç yaparken yarışmayı, nasıl zıplıyordu, komikti.. (Bir de Cenk Koray'ın sunduğu programda mavi bir yaratık vardı)

*Casper, Yakari, He-man, She-la, Red-kit vardı, Pokemon yoktu..

*Bir litrelik coca colalar cam şişedelerdi. Bakkaldan taşımak zor oluyordu..

*Tükenmez kalem bitince, ucunu ağzımıza sokup "hoh"luyorduk..

*Okulda aşı olmak için kuyruğa sokuyorlardı bizi..

*Radyo tiyatrosu vardı, ablamla ranzada yatarken dinlerdik yanımıza radyo alıp.

*Yılbaşı gecelerinde Nesrin Topkapı çıkardı.

*Aaa Erol Evgin'e aşıktım, nitekim o zaman Tarkan yoktu, mecbur..

*Halit kıvanç'ın sunduğu 4 saat falan süren 23 Nisan kutlamaları vardı. Çoğu pek çocuk gibi olmazdı onların. Ha ha hatırladım. Bir kere bize de gelmişti, kız benim 3 katımdı..

*TV daha doğrusu TRT kapanırken askerler yürüyordu, neden sahi?

*Mim Kemal Öke diye bir tarihçinin sunduğu bir yarışma programı vardı. Gerçi çok çocuk değildim o zaman ama hatırladım şimdi..

*Üçgen prizma şeklinde içinde ucuz kolonyaların olduğu kolonya paketleri vardı.

*Do-re-mi diye bayıldığım bir çikolata vardı.

*Tipitipler ucuzdu, Dandyler pahalıydı.

*Oralet vardı. Limon veya portakallı.

*Pazarları sobanın başında ayakkabılarımız boyardık.

Biraz düşüneyim ilk gençlik yıllarını da yazacağımdır.

Not: Can bugün parmağıyla ekmek parçalarını toplayıp yedi, çok tatlıydı :))

14 Şubat 2010 Pazar

Ayıp ayıp!!

.. dedim anneme. Sen git bloglara şikayet beni ince ince iki heceyi duymadık diye.. Ben de gece gündüz çalıştım. Sonunda söyledimm: bab ba.. ba ba ...ba ba...

Anlamadım annem yine ağladı. Bu kadının neye ağlayacğı hiç belli olmuyor! İlk kahkahamı duyunca da ağlamıştı..

Neyseeee, şimdi babam sanıyor ki ona diyorum. Aslında herşeye diyorum bab-ba :)) Videoya çektiler bakalım becerebilirlerse koyacaklar buraya.. Biraz da geeel geelll diyorum sanki. Ben de tam emin değilim..

Herkesi kucaklıyorum, merak etmeyin anneme söyledim, yakında koyacak yeni fotoğraflarımı..

Can

9 Şubat 2010 Salı

Can Özeti

Özet özet haberler, özetler..

Yapıyorum
Alkış yapıyorum; annemler hemen benden daha çok alkışlıyor. Bir durun da ben yapayım yaw.
Tay tay duruyorum; annem parmak ucunda düzeltiyor ayaklarımı. Bir de elleri hep arkamda, tutuyor beni devrilince :)
Süper kitap sayfası çeviriyorum; bir de pııırrr diye arka arkaya çevirmeyi öğredim, çok eğlenceli.
Sağ elimi yukarı kaldırıyorum; annem hemen "Aaa gel gel yaptı" diyor, bakıcı ablam; "Kuşları çağırıyor" diyor. Cık, ikisi de değil; parmak egzersizi yapıyorum henüz :)
Artık herkesin gözlerinin içine bakıyorum; manalı manalı:)

Deniyorum
Ayakta iken önümde bir şeyler varsa önce kendime sonra yere doğru çekiyorum; ama yoruluyorum sonra biraz.
Yüzü koyun yatarken popomu dikiyorum; çok komik oluyorum :)
Top atıyorum; bacaklarımın arasına sıkışınca çok gülüyorum, sonra hooop itekliyorum..
Diş çıkarıyorum; sanırım yakın zamanda 4 dişli olacağım. Diş buğdayım yakında :)

İlgilenmiyorum
Emeklemekle zaman kaybetmeye gerek yok; yürüyüp tüm kapakları açmak ilk hedefim:)
Ööylee iki heceli kelimeleri söylemekle uğraşamam, çığlık atmak çok daha eğlenceli :)

Özellikle ilgileniyorum :)
Bezim açıldığında bazı şeyler çok ilgimi çekmeye başladı :))) Dedemin bıyıkları, annemin göbek deliği, babamın kulakları da çok enteresan..

8 Şubat 2010 Pazartesi

Kendi yolunu bulmak..

Arkadaşın 90 sen 70 alınca bunu hırs yapmamayı,
Sevgilin seni daha zayıf/daha şişman/daha güzel/daha bir şey diğer aday için bırakınca "diğer" olana sardırmamayı,
En iyi yaptığına inandığın şeyi senden daha iyi yapanı görünce küplere binmek yerine, "hımm öğrenelim bakalım" demeyi, Kendi Yolunu Bulmak seyahatinde edinmiştim.

Daha Kendi Yolunu Bulmak seyahati devam ettiği için arada yenileri de ekleniyor tabii. Eklenmemesine imkan yok. Ama uzun zamandır gürültülü bir frenle durduğum durak olmamıştı. Can gelince ailemize, Kendi Yolunu Bulmak seyahatinin planları karışıyor bazen.

İyi anne, mükkemmel anne, en iyi anne olmaya çalıştıkça mutlu annelikten uzaklaşabiliyor insan. Kaç kilo aldı, ne kadar uyudu, ne yedi hallerinden geçerken kadın kişi bir kez daha kendi yolunu bulabilmenin çetrefilleri arasında kalıyor. Çok zor valla. Bilgi arttıkça yolu bulmak daha kolay olacak gibi gelse de aslında etrafta kavşaklar, köprüler, dört yollar beliriyor. O zaman da "nereye sapsam?" diyen anne kişisi yönsüz yolsuz hissediyor.

Anne olunca Kendi Yolunu Bulmak seyahatinde valizde olması gerekenler şöyle oluyor.
1.Acil durumlar için sağduyulu en az bir aile büyüğü
2.Tecrübeli, yakın ve gerçek iki dost
3.Kulaklık (Her söyleneni duymamak için)
4.Yedek boş defter (Kitap okumak yerine kendi kitabını yazmak için :) )
5.Bol miktarda hoşgörü ve sabır
6.Eski günlükler (Annenin kendisine ait nirengileri hatırlaması için)
7...
Liste uzun da insan çok şey de doldurmamalı di mi valize, sonra yarısı kullanılmıyor ... :)

2 Şubat 2010 Salı

Akvaryuma sığmayan balıklar

Çok eskiden balıkçı bir dede varmış. Bu dedenin de Moni adında bir torunu varmış. Moni ile dedesi sabah erkenden balık tutmaya giderlermiş. Dedesi oltalarını, yemlerini ayarlar, Moni de dedesinin taşımasına yardım edermiş.

Yine bir sabah hazırlıklarını yapıp balığa çıkacakları zaman Moni dedesine "Artık ben de balık tutmak istiyorum" demiş. Dedesi, "Peki, o zaman bugün deneyelim" deyince Moni çok heyecanlanmış. "Ama ben hangi balığı tutmam gerektiğini bilmiyorum, büyük kırmızıyı da merak ediyorum, küçük turuncu olanı da" deyince dedesi Ona içine deniz suyu koyabilecekleri büyük bir akvaryum yapmayı önermiş. Böylece Moni dilediği tüm balıkları tutup akvaryumunda onları yaşatıp izleyebilecekmiş.

Günler içinde Moni dedesi ile birlikte bir çok balık yakalamış. Akşam eve döndüklerinde balıklarını akvaryumuna koyuyor, onlara yem veriyor ve severek onların suda yüzmelerini izliyormuş. Akvaryumda eşit çeşit balık varmış. Hatta deniz atları, yıldızlar, kestaneler bile yaşıyormuş akvaryumda.

Gel zaman git zaman Moni'nin akvaryumunda bir sürü balık olmuş. Artık balıklar yüzmek için birbirlerine çarpmaya başlamış. Yemler yetmez olmuş, balıklar suda nefes alamıyormuş. Bu duruma çok üzülen Moni dedesine "Akvaryumum artık balık almıyor, balıklarım sağlıklı değil, maalesef akvaryuma da sığmıyorlar" demiş. Dedesi, Onu elinden tutup akvaryumun yanına götürmüş, ona balıklarını işaret ederek: "Senin akvaryumunda akvaryumunun alacağından çok canlı var. Bazen gereğinden fazlasına sahip olduğumuz şeyler, gereği kadar olanlara da zarar verir, özgür bırakacaklarını seçmemiz lazım" demiş. Moni önce bu duruma çok üzülse de az sayıda balığa daha iyi bakacağını anlayınca, içlerinden bazılarını denize götürüp vedalaşmış. Hem akvaryumdakiler hem de denizdeki balıklar özgürlüklerine kavuşmuşlar.

Moni ne mi yapmış? Can'a ve annesine el sallayıp demiş ki "Bilgilerinin ve fikirlerinin bazılarını özgür bırak ki, elinde olanlara da iyi bakabilesin"..

Bu masalı ben yazdım :) 2 senedir çocuklar için öyküler yazıyorum. Ama bunu kendim için yazdım. "Kendi yolunu bulmak" konusunda düşünüyorum bu aralar.. Bu masalı da Moni kendi yolunu bularak bize yardım etsin diye uydurdum. Bu akşam Can'a uyurken anlattım.

Bilgi, tecrübe, içgüdü, sezi aynı akvaryumda ama dengeli olduğunda sağlıklı olabiliyor ancak.. Sağolasın Moni :))

1 Şubat 2010 Pazartesi

Organik Anne Enstitüsü

Bugün Can'ın haftalık menüsünü hazırladım. Her pazartesi, yardımcı ablamızla birlikte 4 öğünlük liste hazırlıyoruz. Sonra eksik malzemeleri alıyoruz. Her gün listemizden bakarak mis gibi pişiriyoruz. İçim de pek rahat oluyor.

Taa ki bugüne kadar. İnternette gezineceğim tuttu. Başka nasıl bebek yemekleri var, neler yediriliyor yavrulara diye. Sabah hissettiklerim tuz oldu, buz oldu, yok oldu
:( Kendimi pek bir yetersiz hissettim. Yeterince "organik" bir anne olmadığıma karar verdim. Ne yemekler, ne tarifler, neler neler..

Bir defa ben öyle organik meyve sebze peşinde koşturmuyorum. Migros'ta rastlarsam, organik pazarda denk düşerse ne ala. Yoksa mevsimine ait meyve ve sebze gibisi var mı, oh mis..

Sonra hazır mama kullanıyorum, günde tek öğünde tutmaya çalışıyorum. Onun dışında sabah kahvaltısı, öğlen yemeği, ve ikindide yedirdiğim herşeyi taze yapmaya çalışıyorum.

Ama yani bu kadar.. Değişik tatlar alsın diye şimdi yemekleri tatlarına göre ayırıp da vermeyi deniyorum. Ya da bir şey tadıyorsam- kokoreç veya pastırmalı yumurta değilse- ve Can heyecanlanıyorsa mutlaka ucundan tattırıyorum..

Üyesi miyim, değilim ben bu Organik Anne Enstitüsü'nün.
Suçlu hissediyor muyum? veya yetersiz? E biraz..
Gerek var mı böyle hissetmeye? Yooooookkkk...

İkna edici yorumlarınızı bekliyor, yarın için beklenen kar yağışında mutluluklar diliyorum :)