31 Ekim 2011 Pazartesi

Şu kreşin ettikleri (1)

Can'ı 36 ayı dolmadan ne oyun grubuna ne de yuvaya yollamak gibi bir niyetim yoktu. Geçen sene haftada 1 gün 1 saat bir oyun grubuna gidiyorduk. Bu sene de benzer birşey düşünüyordum. Taa ki iki numeronun haberini alıncaya kadar..

2 numero mayıs ayında gelecek inşallah. Can da tam 3 olacak o dönemde. Böyle düşününce ya bu sene hiç göndermeyecektik evde olacaktık seneye eylüle kadar, ya da başlayacaktık. Düşündük taşındık, hesap kitap yaptık, okul gezdik. Dedik ki tamam deneyebiliriz.

Okulumuzu bulduk, içimize sindi. Sonraki postta anlatacağım +ları ve - leri ile beraber. Mükemmel okul diye birşey yok. Bence zaten hayat mükemmel değil. Esas amaç hayatın o eksikliği ve namükemmliği içinde huzur içinde durabilmek. Sallanmak, devrilmemek, devrilmek, tekrar kalkmak, kalktığına sevinirken yine devrilmek, tam o noktada durumla dalga geçebilmek..

Neyse, Can şimdi "okulda". Biz okul demedik o dedi. Haftada 3 gün 2 saat kalıyor. Nelere şaşırdık biliyor musunuz? Kreşe başladığından beri şunları yapıyor: (ama bunların hiçbiri spesifik olarak kreşte yaşadıkları değil. Gelişim öyle bir şey ki siz bir yerinden tutunca o alıp yürüyor). Bir sürü şarkı söylüyor, donunu, pijamasını, terlik ve ayakkabılarını kendi giyiyor, iki ayak üstünde süper zıplıyor, hayvanlarını konuşturuyor, kelime hazinesi gelişti, dün yolda bayrak gördü : "Aaa anne bak ben bundan yaptım okulda" dedi. Yaşantılarını eve de taşıyor.

Bir sonraki postta yuva seçim ve bizim yaşadıklarımızı da anlatacağım. Bu arada şunlar dökülüyor ağzından:
"Baba dikkat et eline, çok sıcak"
"Annemi sevdim, öptüm, annem güzel"  :)))
"Ayıcık bak bunları ben yaptım, aferin Can'a"

25 Ekim 2011 Salı

Van depremi, yardımseverlik, benden sonra kalacak olanlar..

Bu sabah Can'dan erken uyandım. Sabah 6'da kalkıp yanımıza gelmiş, misler gibi uyuyordu. bir eli benim yanağımda, bir eli babanın elinde... Sonra pencereden daha aydınlanmamış havaya baktım. Pazar günü saatler alınacak, hava erken kararacak amaaaan yine kış geldi diye düşündüm. Öyle 17 civarı hava kararınca erkenden, gün bitmiş, zaman dolmuş hali geliyor..

Sonra tabii kendi başına gelmeyen her travmanın ardından "benimki de dert mi?" diye düşünme halleri. Oradan evlat acısının asla empati kurulamayacak, o sızının ömür boyu geçmeyecek olduğunu düşünme. Tahmin etme diyemiyorum.. tahmin bile edilmeyecek bir kesit. Hayatının  dikey olarak kesilmesi, o kesitin de ne bir daha dolması, ne tamir olması, ne de unutulması... Elinden sabır dilemekten, kendini şanslı saymaktan ve de suçlu hissetmekten başka birşey gelmemesi.

Sonra da ben de bir gün öleceğim gerçeğine gelmen tekrar.. Ardından saat 6 buçuk olmuşken ben yoksam hayatta oğluma ne kalsa ona yeter diye düşünmeler... Hangi değerleri versem huzurla yürür, hangi şekilde sarmalasam mutlu olur diye korkmalar..

Depremde hepimiz "yardım" ettik kendimizce.. Para, giysi, yiyecek, dua hepsi.. Çünkü insan olmak ilk olarak karşısındakinin acısını anlayabilmeden geçiyor. Orada canı acıyan biri varken senin kendi huzurundan şüphe etmenden geçiyor. Altında biraz da "hayatta kalmanın getirdiği suçluluk" duygusunun yattığı malum... Ama işte ben en çok bunu isterim Can için. "Yardım" istemeyi ve "yardım" etmeyi bilsin. Merhamet ve şefkatin çok önemli iki değer olduğunu düşünüyorum. Çünkü işte bu iki değer seni trafikte adamın üstüne yürümekten, paranın hayatının efendisi olmasından, insan ilişkilerini iyi tutmana kadar herşeyin manivelası..

Bizim evimizde 10 liranın 5 lirası ihtiyacı olana gider, fitre zekat atlanmaz, kimin neye ihtiyacı var bilinir, yemek dağıtılırdı. Belki de bu yüzden ben ne gördüysem onu aktaracağım Can'a ve iki numeroya.. O manivela kıymetli, kaybetmemek lazım..

21 Ekim 2011 Cuma

10 hafta 2 gün

Şu hafta işi henüz hamile olmayanlar için şifre gibidir herhalde. Ama ben mesela daha çok hep üste yuvarlıyorum. Bana sorsan 10 hafta 2 gün değil, bayağı 11 haftalık hamileyim, hatta ilk trimesterin bitmesine 1 haftacık kaldı :)

Tahlilleri yaptırdık. Bu sefer TSH istenenin biraz üstünde olunca ilaca başladık. T3 ve T4 değerlerimize de bakılacak.. Bakalım 4 haftada bir kan vereceğimden sürekli "amanın damarlarınız ne kadar ince" "siz de kelebekle alıverin o zaman" sohbetleri artacak demek ki...

Tipik hamilelik halleri 2 numeroda da sürüyor. Tekmelesin, ittirsin istiyorum :)) En ufak bir gaz sancısını "amanın!" diye sevinçle karşılıyorum, çok komik :)

Şimdilik 1 kilo aldım. Bulantı bıdı bıdı yok. İyiyim, iyiyiz :))

Şu kreş işini etraflıca yazamayınca araya 2 numero yazıları sokuşturuyorum ama artık hafta sonu yazarım sanırım.. :)

16 Ekim 2011 Pazar

Bu nasıl bir pazardır?

Nasııııııl yoruuulduukkk size anlatamam!
Caniko 3 gündür ufak ufak hastalık sinyalleri veriyordu, dün tavan yaptı, bugün daha iyiydi.. Amaaaaaa mızık, ağlak, yemeyen, uyumayan (yiyemeyen-uyuyamayan), oyun oynayamayan, sık sık az az kaka yapan bir kuzucuktu :((

Şimdi misler gibi uyuyor, keyfi de iyi..
Ama 28 aydır bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. Anneanneden gelen iki sütlacı gövdeye indirdim gerçi arada :) Baba desteğine rağmen bayıldık..

Bir de stres olup yorulunca iki numero için de üzülüyorum. Şimdiden iki çocuklu anne oldum galiba :)) Birinden alıp öbürüne veriyormuşsun/veremiyormuşsun gibi bir his..

3 günlük aradan sonra yarın sabah oyun grubumuza gidiyoruz. Can herşey için evde "Semaörtmen öğretti"deyip duruyor. Hayır ben hamilelikten beri şarkı söylerim, iki satır öğrenmedi, şu anda 5 farklı şarkı mırıldanıyor.

Geçen gün evde "heyyooo heeeeyyooooo" diye bir şarkı söylüyordu. Çözemedik ne olduğunu. Meğerse "hello" diye bir şarkı öğrenmişler :)))

Bir de bu ara yakaladığı ile "kutu kutu pense" oynuyor. Arkasını dönme kısmının repliği değişik: "Aaaaa hiç bir şey yok!"

15 Ekim 2011 Cumartesi

Bu kış..

Bugün Can'ın hamileliğinden kalan bir elbisemi giydim :)
Ne güzel bir his..
O zaman daha bir çocukmuşum gibi hissettim nedense.. şimdi neredeyse 2.5 yaşına gelmiş bir oğlum var, bir de üzüm tanesi var :))
......
Dün gece Can'la evde kendiliğinden gelişen "hızlı yap anne - yavaş yap anne" oyunu oynuyorduk. Bir süre sonra enerji patladı ve Can sürekli "hızlı anne" " yavaş anne" diyerek cozuttu :) En sonunda şöyle diyordu; "çok hızlı anne".. "Çok hızlı anne" aşamasından sonra ne gelecek diye beklerken cümle geldi:
"Biraz daha çok hızlı anne!" :))

10 Ekim 2011 Pazartesi

İkinci gebelik halleri :))

Herkese iyi dilekleri için bir kez daha teşekkür ederim. "Maşallah"larınız çok kıymetli, darısı isteyen herkesin başına :) ... gibi geleneksel bir girişin ardından gebelik hallerini anlatacağım biraz. Çünkü bence çocuğu olan her kadın hayatında en az bir kez daha "bebek sahibi" olmayı aklından geçirir. İdeal yaşı düşünür, kendini, bedenini, eşini düşünür... Zorlukları devrilir zihnine, sonra emzirme, sonra geceler, gündüzler... Bakalım beraber göreceğiz :))

Öncelikle ikinci gebelikte ööle ayağımı uzatayım, elime alayım kitabımı, kocam da kafeinsiz kahvemi getirsin durumu yok :) Kendiniz dahil hamile olduğunuzu unutuyorsunuz. Bu sefer daha bir yaşam olayı gibi projeden çok. Çünkü zaman yok, enerji yok, gündemde 2 yaş 5 aylık biri daha var :))

Ağrı-sızılar var. Rahim ve karın kaslarının gevşekliğinden dolayı -bugün dr daha ayrıntılı anlattı aslında ama özetle bu nedenden- ağrılar daha belirgin.

Geçen sefer "ay hadi karnım çıksın artık" diye belimi geriye atıp yürürken, şimdi beni gören insanların zihninde "hamile mi acaba?" sorusu gelecek kadar çıktı bile göbek. Artık bu doğumdan sonra eski halime ne zaman dönerim, bilinmez:))

Garip bir suçluluk duygusu var. Öyle günlük tutayım, 3 ceviz yiyeyim, süt içeyim de pek yok... Bu da suçluluk duymanıza sebep oluyor...

Ama işte çok güzel yine :) Mucizeye bir kez daha tanık olmanın ayrıcalığı var. Biraz rahatlık var :)
"İki çocuklu anne" olmak üzere annenin hafiften tırstığı anlar da var... :))

8 hafta 5 gün :)

Çok mutluyum :)
İçimde yine kalbi 180 atan 8 hafta 5 günlük bir mucize var :)
Dualarım, bu yolculuğumuzun ve sonrasının da sağlık dolu geçmesi üzerine sadece :)

Akşama uzun yazacağım :)

9 Ekim 2011 Pazar

Git başımızdan teribıl tu!

Bu teribil tu oğlumla arama giriyor, şikayetçiyim kendisinden! Bir git, çocuğumu bana bırak demek istiyorum.. :)
Şimdi aşağıda yazacağım örneklerden gün içinde abartmıyorum 6 tane falan oluyor. Birinde sabretmeyi, diğerinde dikkat dağıtmayı, öbüründe susmayı, berisinde babaya havale etmeyi deniyorsun. Ama akşam geç saatte veya uykusuzken gelen saldırılar karşısında süngün düşüyor.

Misal bir diyalog:

A: Can cıbıl gezme, donunu ve pijamanı giy lütfen!
C:Yoook anne cıbıl gez cıbıl uyu..
A:Peki 5 dakika bekleyelim...
(Bu bazen işe yarıyor, 30 sn saniye sonra geliyor anne giydir diye. Çekişmeyince zevki kalmıyor diyor herhalde :) )
A: Can kırmızı mı yeşili mi giyeceksin?
C: Bunu giydir
A:??!!!??? (Gösterdiği şey halı, kumanda, perde vs olabiliyor)
A: O olmaz annecim hangisini giyeceksin?
C:Bunu (neyse kırmızıyı seçti)
A: Hadi gel giyelim (Tek ayağı tam geçirmişkeennn)
C: Yok, yeşili giydir..
A:Peki annecim gel yeşili giyelim..
C:Yookk odadan sarıyı getir...
A: (Allahım ya sabıırrr)
C:Bunu giy.. (yine kırmızı)

Bazen sonsuza kadar sürecek gibi geliyor..

Şimdi böyle anlatınca ters bir durum yok. Yani öyle uzayan bir giyinme seremonisi alt tarafı diyor insan. Ama neyi fark ettim biliyor musunuz? Çocukların zamanları öyle geeenniiişşşş ki.. Ona ne birazdan yatılacağından. Ya da niye 6 kez giyip çıkarmayayım donumu? Zaman mı dar? Zaman dar? Dar ne?

Yetişkinler çocukların "çocukluk" hallerine dayanamıyorlar bazen..
(Bu yazıyı Can uyuduktan 2 saat sonra yazdım. 2 saat önce yazsam ne yazardım emin değilim :)) )

6 Ekim 2011 Perşembe

Bol bol post :)

Dün iyi ki yazmışım, sanırım bu yazma işi balık tutmak gibi.
Biraz beklemen gerekiyor öyle sabırsızsan olmuyor. İlk balığı tutunca sanki tüm gün beklemeye devam edebilirmişsin gibi geliyor.. İlk yazıyı yazınca da ne çok yazarım daha diyorsun :)

Sırada yuva girişimlerimiz var anlatmak istediğim.
Hem anne hem de uzman gözüyle bu ayrışmayı yorumlamak istiyorum.
Can yarın ikinci haftasını tamamlıyor. Evin içinde bir "semaörtmen" fırtınası esiyor :))

Bir de haberim var verilecek ama onun için pazartesi akşamını bekliyorum :))
Can'ı yedirip, yıkayıp uyutayım, halim olursa yuva maceramızı yazacağım akşam..

5 Ekim 2011 Çarşamba

Bir nokta..

Bloggerın eski formunda bir sorun var, yazılarımı yayınlayamadım. Yeni ara yüze girdip oradan yayınladım. Ama paragraflarımı yemiş.. çaresini bilen?

Ya koruyamayacakların?

Öncelikle: Erkİpek, sadık okurum:) : yazıyı yazdım ancak sonra sildim, anlatırım bir ara neden sildiğimi, o yüzden göremedin yazıyı, gel sen bunu oku :) En bebekken sarılıktan koruyarak başladık bol emzirerek. Hatta öncesinde kafeine, alkole, strese hoşçakal deyip senin rahmindeyken korumaya başlıyorsun. Büyürken, kazalardan, hastalıklardan, düşmesinden, aç kalmasından koruyorsun. Sonra bir an geliyor bunların büyüdükçe ne de fasa fiso olduğunu görmeye başlıyorsun.. Yani fasa fiso demeyelim ama daha ne büyük hacimli zararlar gelebileceğinden haberin olmuyor... Mesela, insanların haşin yorumlarını duyacak daha.. Cesaretini kıracak saçma insanlar konuşacak yanında.. Yaratıcılığına darbe indirecek "bu hiç buluta benzememiş ama" lar duyacak.. O oyuncağını paylaşırken diğerinin neden vermediğini görecek.. Notlarını karşılaştıran öğrenci arkadaşları, "bak isteyince oluyormuş" diyen öğretmenleri olacak.. Kötü tablo ama olacak işte.. En basidinden "okul" a gidince bir sürü "kalıp" görecek bireysel farklılıkların muhteşem bir şekilde eritildikten sonra döküldüğü kalıplar.. Karamsarlıktan yazmadım bu yazıyı. Sadece bunlarla karşılaştığında Can'ı nasıl yetiştirmiş olursam minumum hasarla atlatır? ve var olan hasardan da nasıl bir şey öğrenir diye düşündüm.. Kendini sevebilmesi, kendini yetkin görebilmesi, saygı duyması, başkalarının fikirleri dinlemesi ama kendi fikrini daha çok dinlemesi, "niye?" diye sorabilmesi yeter mi acaba?