25 Haziran 2012 Pazartesi

3 gün 2 çocuk 1 tatil...

Anne olduktan sonra içinizdeki çocuk mecburen geçici bir süreliğine izne ayrılıyor.. Kendi çocuğunuza bakabilmeniz için yetişkin olmanız gerekiyor. Daha az üşenmeniz, daha az dinlenmeniz, onu daha çok düşünmeniz, daha az uyumanız gerekiyor..

Bir kere anne oldunuz mu daha az çocuk daha çok yetişkin oluyorsunuz.

İkinci çocuğunuzda ise artık geri dönüşümü olmayan bir yetişkin oluyorsunuz.. Daha bir tamamlanmışlık hissi. Ama bir yandan da içinizdeki çocuk daha bir uzaktan el sallıyor. "Bak ben buradayım bir ara bana da bakıver" diyor..

Bu tatilde ben bunu yaşadım.
Can ve Ege'nin ihtiyaçlarını karşılamak için var olmaya çalışırken, aklım içemediğim Türk kahvesinde, odada onları 22:00 civarı uyuttuktan sonra gidemediğim denize sıfır canlı müzik yapılan barda, Can'ın akşam yemeği tabağını yaparken yiyemediğim deniz mahsülleri açık büfesindeydi.

İçimdeki çocuk -ya da "BEN"- küskünleştikçe yoruldu. Yoruldukça kızgınlaştı. Allah'tan tanıyorum da kendisini bir orta yol bulduk..

Önemli ir farkındalık yaşadım kendimce.
Annelik hep "vermek" üzerine. Hem de karşılıksız, bedelsiz, geri dönüşünü beklemediğin bir verme hali.
Dengeli seyredebilmek için de verdiğin kadar alman gerekiyor hayattan.

Müzik, kitap, dostlar, yalnızlık.. Artık içindeki çocuk neli dondurma seviyorsa ondan vereceksin.

Sevgili ben, bu yaz gidemediğin konserlere takılacağına, akşamları balkonda otur yeni müzikler keşfet kitap oku, içindeki çocukla yan yana dur sadece..

Acele etme

4 Haziran 2012 Pazartesi

Can'dan anneye mektup: Sevgili anneciğim... (Bu kardeş nereden çıktı?)

Canım annem,
Seninle 3 senedir koyun koyunayız. Emzirdin, uyuttun, parka götürdün, zıpladın, kitap okudun, yemek yedirdin.. Kızdın, sevdin, sevindirdin, yatıştırdın, sakinleştirdin, büyüttün.. Yani 3 senedir sadece "benim" annemdin!

Şimdi evde adı Ege olan minnacık bir şey var. O'nun da annesiymişsin, tuhaf.. Halbuki "hep ve sadece benimdin". Şimdi ikiye mi bölüneceksin? Artık benim daha az mı annem olacaksın? Benim yerime onu mu seveceksin? Çok soru var aklımda, bazılarını ben bile bilmiyorum..

Sabah bakıyorum kucağında, akşam bakıyorum memende, onunla da konuşuyorsun, saçını okşuyorsun. Bir de sanırım o da oğlan, ona da "oğlum" diyorsun.. Bir bendim evdeki "oğlum" Ege gelene kadar..

Şimdi biraz karmaşığım. Ege'yi seviyorum, cidden.. Yani galiba.. Oyun falan oynanmıyor ama sevimli.. Kendimi onu öperken ve sarılırken iyi hissediyorum.

Sonra ne oluyor birden anlamıyorum, daha sert dokunmak, itmek ve bazen de vurmak geliyor içimden.. Ege'ye mi kızıyorum acaba? Yoksa sana mı? Hımm biraz da korkuyor olabilirim.. Belki biraz da kırgınımdır sana..

Yani senin anlayacağın benim yaptığım şeyler, verdiğim tepkiler bu ara biraz karman çorman olabilir (sen de biraz öylesin sanki, bir gün gülüyorsun, bir gün ağlıyorsun, anlamadım neden :)) )..

Aslında büyük bir "kayıp" yaşıyorum. Normal bir kayıp, baş etmesini bilemediğim bir kayıp. Yas tutuyorum, izin ver.. Hemen kızma bana. Kendini benim yerime koy. Geçen gün okuduğun makale ne diyordu: "En büyük aşk acını düşün, 1000 ile çarp"... Ben aşk acısı falan henüz bilmiyorum. Ama "acı" çektiğim kesin..

Büyümemi isteme bir an önce..
Ege doğdu, Ege daha bebek, ama benden de bir "kardeşi olan çocuk" doğdu.. Ona da iyi bak..

Sevgiler,
Oğlun Can