31 Temmuz 2012 Salı

Tatil yaptık, Ege 3 aylık oluyor, hayat akıyor...

Ege 3 ayını doldurmadan ikinci tatilini yaptı. Bu tatilde maalesef ilk antibiyotiğini de yedi.. Sanırız Can'ın 2-3 hafta önce geçirdiği dirençli yüksek ateşle seyreden bakterisi geldi Ege'yi de buldu... 3 iğne ardından da şurupla iyileşti..

İğne olurken ağbisi de  yanındaydı : "Ben elini tutayım anne"... Ben şurubunu verirken ise: "Geçti bitanem geçti, ağlama"  :) diyerek destek oldu. Çok ironik çok. Bazen koca adam, cidden ABİ, bazen hala minnacık bebek.. Bocalıyorum ben de bu iki uçlu hallerde. Dün BabaCan : "Çocuk gibi..... yapma" türünden bir şeyler söylüyordu, ikimiz de güldük :)) 3 yaş Araf kardeşim.. ne o taraftasın ne bu tarafta.. 2 olsan bebek derler, 4 olsan çocuk. 3 olunca araftasın..Anne de arafta..

Gittiğimiz yer şurası: www.akdenizbahcesi.com
Can çok eğlendi. Bahçeden yumurta, semizotu topladı, hortumla bahçeyi suladı, yedi, 3 saat denizden çıkmadı, salıncağa hamağa bindi.. Serpil Hanım mütkiş bir ev sahibesi.. Limonata, vişneli kek, likör, ev eriştesi hep soframızdaydı.. Tek sıkıntı hava sıcaklığıydı, ona da alıştık..

Hepimize iyi geldi yani tebdil-i mekan..
Bakınız :)



Birkaç şey daha var aklımda onları da yazacağım :)

25 Haziran 2012 Pazartesi

3 gün 2 çocuk 1 tatil...

Anne olduktan sonra içinizdeki çocuk mecburen geçici bir süreliğine izne ayrılıyor.. Kendi çocuğunuza bakabilmeniz için yetişkin olmanız gerekiyor. Daha az üşenmeniz, daha az dinlenmeniz, onu daha çok düşünmeniz, daha az uyumanız gerekiyor..

Bir kere anne oldunuz mu daha az çocuk daha çok yetişkin oluyorsunuz.

İkinci çocuğunuzda ise artık geri dönüşümü olmayan bir yetişkin oluyorsunuz.. Daha bir tamamlanmışlık hissi. Ama bir yandan da içinizdeki çocuk daha bir uzaktan el sallıyor. "Bak ben buradayım bir ara bana da bakıver" diyor..

Bu tatilde ben bunu yaşadım.
Can ve Ege'nin ihtiyaçlarını karşılamak için var olmaya çalışırken, aklım içemediğim Türk kahvesinde, odada onları 22:00 civarı uyuttuktan sonra gidemediğim denize sıfır canlı müzik yapılan barda, Can'ın akşam yemeği tabağını yaparken yiyemediğim deniz mahsülleri açık büfesindeydi.

İçimdeki çocuk -ya da "BEN"- küskünleştikçe yoruldu. Yoruldukça kızgınlaştı. Allah'tan tanıyorum da kendisini bir orta yol bulduk..

Önemli ir farkındalık yaşadım kendimce.
Annelik hep "vermek" üzerine. Hem de karşılıksız, bedelsiz, geri dönüşünü beklemediğin bir verme hali.
Dengeli seyredebilmek için de verdiğin kadar alman gerekiyor hayattan.

Müzik, kitap, dostlar, yalnızlık.. Artık içindeki çocuk neli dondurma seviyorsa ondan vereceksin.

Sevgili ben, bu yaz gidemediğin konserlere takılacağına, akşamları balkonda otur yeni müzikler keşfet kitap oku, içindeki çocukla yan yana dur sadece..

Acele etme

4 Haziran 2012 Pazartesi

Can'dan anneye mektup: Sevgili anneciğim... (Bu kardeş nereden çıktı?)

Canım annem,
Seninle 3 senedir koyun koyunayız. Emzirdin, uyuttun, parka götürdün, zıpladın, kitap okudun, yemek yedirdin.. Kızdın, sevdin, sevindirdin, yatıştırdın, sakinleştirdin, büyüttün.. Yani 3 senedir sadece "benim" annemdin!

Şimdi evde adı Ege olan minnacık bir şey var. O'nun da annesiymişsin, tuhaf.. Halbuki "hep ve sadece benimdin". Şimdi ikiye mi bölüneceksin? Artık benim daha az mı annem olacaksın? Benim yerime onu mu seveceksin? Çok soru var aklımda, bazılarını ben bile bilmiyorum..

Sabah bakıyorum kucağında, akşam bakıyorum memende, onunla da konuşuyorsun, saçını okşuyorsun. Bir de sanırım o da oğlan, ona da "oğlum" diyorsun.. Bir bendim evdeki "oğlum" Ege gelene kadar..

Şimdi biraz karmaşığım. Ege'yi seviyorum, cidden.. Yani galiba.. Oyun falan oynanmıyor ama sevimli.. Kendimi onu öperken ve sarılırken iyi hissediyorum.

Sonra ne oluyor birden anlamıyorum, daha sert dokunmak, itmek ve bazen de vurmak geliyor içimden.. Ege'ye mi kızıyorum acaba? Yoksa sana mı? Hımm biraz da korkuyor olabilirim.. Belki biraz da kırgınımdır sana..

Yani senin anlayacağın benim yaptığım şeyler, verdiğim tepkiler bu ara biraz karman çorman olabilir (sen de biraz öylesin sanki, bir gün gülüyorsun, bir gün ağlıyorsun, anlamadım neden :)) )..

Aslında büyük bir "kayıp" yaşıyorum. Normal bir kayıp, baş etmesini bilemediğim bir kayıp. Yas tutuyorum, izin ver.. Hemen kızma bana. Kendini benim yerime koy. Geçen gün okuduğun makale ne diyordu: "En büyük aşk acını düşün, 1000 ile çarp"... Ben aşk acısı falan henüz bilmiyorum. Ama "acı" çektiğim kesin..

Büyümemi isteme bir an önce..
Ege doğdu, Ege daha bebek, ama benden de bir "kardeşi olan çocuk" doğdu.. Ona da iyi bak..

Sevgiler,
Oğlun Can

31 Mayıs 2012 Perşembe

Sahibinden, sık kullanılmış, 2.5 yaş krizleri baş etme teknikleri..

Bitti mi sandınız böyle yazınca:)) Hala her gün 1-2 "arıza" çıkıyor. Ama artık biz de Can da biraz daha "ehil" olduk :) Kimi krizleri "atlatıyoruz" kimileri "büyüyor", kimileri "sönüyor" kimileri "önleniyor". Anlayacağınız çeşit çeşit kriz var..

Dedim ya birkaç teknik var işe yarayan, not düşmek adına yazayım dedim.

1."Benim seninle geçinmeye gönlüm var" hali: Bir defa bu ruh halinde olunca zaten sorun çıkmıyor :P. Yani maalesef işin büyük kısmı annede bitiyor: Anne "iyi" ise çocuk da -genelde- iyi oluyor. Anne çocuğun "arıza"sını tamir edebiliyor, taşıyabiliyor. Geçinmeye gönlümüzün olduğu günler daha kolay geçiyor. (Ama işte en gıcık saptama da bu herhalde).

2."Pas veeee gooool!": Türkçesi: bir çocuğun neden iki ebeveyni olmalı.. Çünkü biri yorulunca veya pili bitince diğeri devreye girebiliyor. Allah tek ebeveynlere sabır versin. (Kardeş geldiğinden beri bir kişiye bir çocuk düştüğünden bu madde her an değişebilir :))

3."Sakiiiin bir ses tonu ile çocuğunuzun seviyesine inip konuşun": Türkçesi: derin bir nefes alın önce, bir daha alın, 1.maddeyi hatırlayın. Öfke öfkeyi, telaş telaşı, endişe endişeyi büyütüyor. Sakince konuşmak, sarılmak, O'nun yüz ifadesini aynalamak, hissettiğini dillendirmek kitaplarda yazdığı gibi işe yarıyor.-ciddiyim

Can'ın öfkelendiği anlarda gidip ona sarılmak, çok iyi geliyor. "....olduğu için kızdın bana" dediğimde genelde gözü yaşlı biçimde başını sallıyor. O zaman O da ben de rahatlıyoruz..

4. "Peki o zaman sen biraz sakinleş sonra tekrar konuşalım": Türkçesi: şimdi bu mevzu devam ederse, ben yangın var diye bağırabilirim, en iyisi biraz duralım.
Can bu teknikle "sakinleşmeyi" birazzz öğrendi. Neden sakinleşmesi gerektiğini ise kriz olmayan başka anlarda anlatmıştık.. Bir de üstüne yanıma gelip "kızgınlığın geçti mi anne?" diye sorunca, pek hoş oluyor :))
Not: kızgınlığınız yarım saatten fazla sürüyorsa, başka bir mesele olabilir..

5."BENN SAANNAAA BAĞIIRIYORRR MUYUMMMM??": Türkçesi: dediğimi yap yaptığımı yapma. Model olmak çok stresli bir iş! BabaCan'a dedim ki, "Ya Can 'bana ne' demeyi öğrenmiş, nereden acaba?" 15 dakika sonra baba bir diyalogda iş yerineki bir duruma çözüm (!) ararken bu iki kelimeyi gayet güzel kullandı. Cevabımızı almış olduk..

Ege ve Can'ın uyanmasına geri sayım başladığından kaçarım.. Ek tekniklerle konumuz devam edecek, bir yere ayrılmayın...

29 Mayıs 2012 Salı

Evde günler.. Strateji, planlama, organizasyon, lojistik..

Hayır evdeyken bu kadar organizasyon gerekiyor, dışarı çıkınca, yolculukta, tatilde nasıl olacak acaba?

Ege oğlum, sabah 06:00'da emmek için uyanır.
Emzirme, alt değiştirme, azıcık gezinme, 07:00'de tekrar dalar..
07:10'da Can oğlum uyanır.
Kahvaltı, üst baş temizliği, okul hazırlığı..
Can 09:30'da evden çıkar: "Anne oyuncaklarımı kaldırma, gelinceye kadar kurabiye yap" diyerek..
10:00'da Ege oğlum uyanır.

13:30'da Can gelene kadar, yukarıdaki paragrafın ilk iki satırı tekrarlanır durur...
Can öğlen uykusu bazen uyur bazen uyumaz.. Anne de hımm niye yoruluyorum ben acaba diye düşünürken gece 22:00'de koltukta sızar.
(Bu arada bir yardımcı ve bir BabaCan da evde mevcuttur bazı zamanlar..)

Beni şu havalar mahvetti diyorum.. Güneş istiyorum, balkonda gece otururken o mis gibi yaz kokusunu içime çekmek istiyorum.. Resmen soğuk dışarısı..

Kitap okumak istiyorum. Ama konsantre olamıyorum bir türlü, birazdan tekrar deneyeceğim. Bir de gırtlağıma dur diyebilirsem muhteşem olacak..

Bir sonraki yazı Can'ın uzayan 2.5 yaş krizlerini nasıl azalttığımızla ilgili olacak. Yazayım ki bundan 2.5 sene sonra bakayım :))

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Evdeki hesap, çarşı ve bulutlar..

Ay içime fenalık geldi!
Ciddiyim, bu ne biçim bir bahar ayı yaa. Hep diyordum ki oh mis gibi baharda doğum yapmak ne kolay, ne rahat, hava ılık bıdı bıdı...
Burnumu çıkaramadım dışarı burnumu...

Can'ın virütik sıkıntısı ateş ve köh köh öksürüğe döndü dün gece..
Gece 1.5 saatte bir Can'a, 2.5 saatte bir Ege'ye kalkan anne derin uykuya kaç saatte geçer? :) En baba matematik sorusu :)
Cevap: dııııttt!

Halbuki Ege'yi slinge, arabaya atıp site içi yürüyüşler yapacaktım, Can'ı okula bırakıp biraz dışarıda dolanacaktım tım tım tım.. Ama Can'ı okula bile göndermiyoruz.. nerde kaldı Ege'yi de alıp çıkalım. Ege'cik de minik ökürüklerle baş etmeye çalışıyor...

Büyük resimde iyiyiz -de.. Bir an önce hava açsın, kuzular iyi olsun, şöyle Haziran ayının ortalarını bulalım istiyorum...

Hadi gene yazarım ben..

20 Mayıs 2012 Pazar

40 gün 40'ının da kulpu kırık gün!

Şu İstanbul'da ne çok konser, ne çok tiyatro ne çok performans varmış...
Ne çok yeni restoran varmış..
Ya da lohusa lensleri ile böyle mi oluyormuş..

Hormonlarım zıbıttı.
Yeniden ve hemen hamile kalmak istiyorlar.
Bir yandan Ege'mi emzirirken içim mutluluktan uçuyor.
Bir yandan Can, banyosunu yaptırdıktan sonra "Anne seni seviyorum" deyice böğüre böğüre ağlıyorum..
Ota, b.a, reklamlara, hiç bir şeye, her şeye salya sümük olabilme kapasitem mevcut.

10 günde 7 kilo gitti..
Deli gibi yiyorum. Aynı hızda geri alacağım galiba.

Oğlumların ikisi de ufaktan hasta.
İçim eziliyor..

Daha yazacağım ama yarın.
Şimdi gidip yatsam en iyisi..