11 Ocak 2012 Çarşamba

Beklenen oldu..

Bugün Can'a ucuzluktan blazer bir ceket aldım. Eve gelince bayılarak giydi. Bir yandan da teyzesi ile saklambaç oynuyor. Ceket yün, terlemesin diye ceketini çıkarması için başladık ikna turlarına. Neyse anneannesi ikna etmişken Can'dan gelen cümle:
"Ceketimi çıkarınca sticker verin"

Offff dedim yani! Demek hislerim doğruymuş.. Yani bu sticker meselesi Can oğlum için başka bir boyuta geçmiş. Çok panik bir durum yok bence hala. Çünkü bunu söylerkenki ses tonu, kelimeleri, sesi, duruşu bir tehdit, rol değişimi, güç savaşı içermiyor.. Yani "sticker vermezseniz çıkarmam" kıvamında değil. Sticker vermeyeceğimi (satır arasında: bununla sitckerlarla bir ilgisi olmadığını, gerek olmadığını) stickerları istiyorsa alabileceğini, ceketi de terlerse çıkarabileceğini söyledim. Stickerları aldı oynadı, 3 dakika sonra da ceketini çıkardı. Ama işte...

Şu yazı beni çok düşündürmüştü, bir daha okuyayım bari ben de:

http://www.damara-cocuk.com/parents

9 Ocak 2012 Pazartesi

Çocuğunu okula göndermek ve göndermemek..

Okul dememeye çalıştık bir süre. Sanki okul kelimesinin ağırlığını aman şimdiden yüklemeyelim diye. Ama tabii kaçar mı. Can şimdi haftada 3 kere "okula didiyor". Şimdi öyle zihin karıştıran bir meseleyle meşgulum ki hani "zorunlu seçmeli" ders alıyor gibi insan..

"Okul"un kattığını tartışmak yersiz. Can'ın olgunlaşma ve büyüme süreçlerini seyrederken, özellikle ayrışma mevzusunun sıkıntı olduğu annelerde (!), okula gitmek katı gıdaya geçmek gibi. Koynunuzdan çıkıp size el sallayıp başka bir yere gidiyor. Gitiği yer oyun grubu da olsa, kreş de olsa bu durum değişmiyor.

Benim söylemek istediğim başka bir konu var.

Okul, sınırları ve kuralları olan, belli regülasyonlar çerçevesinde yapılandırılmış bir "kurum". Okul kelimesinin "ekol"den geldiğini bildiğim kadarı ile, aslında bu kadar "kurumsal" olmak zorunda mı okullar emin değilim. Hele şimdi franchise sistemi ile "kurumsal" kimliklerini geliştirmeye çalışan okulların veya "butik" denen tek şubeli özel okulların bu kurum kurum halleri beni çok daraltıyor. Kapıdan karşılayan halkla ilişkiler görevlisi 20 yaşındaki bayanla başlayan kurumsal bıdı bıdılar "profesyonel" görünümden çok daha fazlasını hedefliyor. Okul öncesi eğitim kurumlarında kurumsallaşma bu kadar "görünür" olmasa da okul işte... Gene saptırdım konuyu, dönüyorum..

Okul öncesi eğitim sistemlerinde çocuklara iç motivasyon vermek zor, zahmetli ve yaş olarak belki de henüz çok imkanlı olmadığında dış motivasyon araçları bol bol kullanılıyor. Stickerlar, ellere çizilen resimler, akşama annene gösterler vs. vs.. Şimdi davranış kazandırma veya değiştirme döneminde eşlik eden davranışçı sistemlere karşı olmasam da yaklaşık bir aydır bir şey gözlüyorum ki, okul idaresi ile yollarım yakında kesişecek galiba.

Can evde ota b..a yıldız vermeye başladı: "Baba popomu çok güzel yıkadın, sana yıldız atacağım". "Anne ne güzel yaptın, elini ver gülen yüz çizeyim". Önce bir garip geldi ama çok takılmadım. Sonra ellerindeki yıldızları anlatmaya başladı: "Okulda ağlamadım, yıldız aldım", "Yemeğimi bitirdim, etiket aldım". Şimdi okul açısından bakılınca neden rahatsız ettiğini anlamak belki mümkün değil. Ama "ağlamıyor" veya "yemeğini bitirdi" diye yıldız vermek bence hedeflendiğinin tam tersine; istenen davranışa değil, İSTENMEYEN davranışa vurgu yapıyor. Çünkü aslında yemeğini yedi diye verilen yıldızın öbür yakasında "yemeğini yemezsen yıldız alamazsın" yok mu?

Sonra buradan zihnim, okullara, öğretmenlere, disiplin uygulamalarına takılıyor. Dünyayı değiştiremeyeceğime göre, Can da okula gideceğine göre daha ben bu konuyu çok yazarım....

6 Ocak 2012 Cuma

21. hafta ve Can büyürken...

Karnımın üzerinde yükselen minik tepecikler var :) Gündüz ve akşamın ilk saatleri oldukça yoğun geçtiği için ancak gece vakti yükseliyor tepecikler. Bir sağdan bir soldan minik ittirmeler, sonra artık hıçkırık olduğunu bildiğim ritmik hareketler :) Şu dünyada erkeklerin kaçırdığı en büyük şey bence anne olmak değil, içinde kıpırdanan bir şeylerin olması ve senin bunu zerre garipsememen, garipsemek ne kelime, her olduğunda mutluluktan uçuvermen...

İkinci hamilelik nasıl olacak diye merak ediyordum hep. İlkine göre en büyük farkı tabii dinlenme yeri ve zamanı bulamamak. 2.5 yaşındaki bir oğlan çocuğu ile günlük hayat öyle hareketli ki bizden 4-5 saat daha fazla uyuyup bizim 5 katı enerjimiz nasıl oluyor insan hayrete düşüyor. Dinlenmek için erken yatıyorum, zaten "film izlemek" benm için artık uykuya geçiş nesnesi oldu :)) Kitap okumak bile enerji istiyor..

Hareketli olmaya son bir yıldır alıştım iyice. Can ilk yürüme denemelerine başlayınca bir de mama sandalyesinden inme çabaları eklenince anlamıştım artık hayatın ritminin bir süre böyle gideceğini:) O yüzden evet yoruluyorum, evet çok hareketli, evet çok koşturuyoruz... Hep aklımdan şu geçiyor: hasta olup da yatacağına, sağlıklı olsun koştursun...

Hareketlilik bir yana ama bu ara Can'ın büyüme alametleri çok çeşitlendi. Tam anlamıyla "bir gecede" banyo korkusu başladı. Önce çekinmek gibi başlayan haller yerini suyu açtığımızı duyduğunda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Düşündük durduk, zorladığımız, gözüne sabun kaçan, suyun sıcak geldiği, üşüdüğü an oldu mu diye.. Hayır,yok... Yani çocuğu travmatize ettiğimiz bir hal yok. "Gözüme su gelmesin" ağlamalarına 100 çeşit çözüm arayışından sonra (bisiklet bareti, deniz gözlüğü, fanila, duş başlığı yerine maşrapa) bunun gelişimsel bir süreç olduğuna karar verdik. Çünkü öyle bir korku ki, Can hiç birşeyden böyle korkmadı bebekliğinden beri. Ciddi ciddi "korkma". Geçen gün sonra biraz okuyunca, bu yaşlardaki belirli korkuların gayet evrimsel olduğunu, sudan korkmanın, yeni yiyecekleri denemek istememenin ve karanlıktan çekinmenin atalardan miras kaldığını okudum. Hatta şuna benzer bir cümle de var: yeni yiyecekleri büyük bir hevesle deneyen çocukların genleri muhtemelen bize ulaşamadı :))

Mesela geçen gece uykusundan ağlayarak uyandı. Ama ne ağlamak... Daha doğrusu bağırarak. Rüyasında zürafaları gördüğünü, onları istemediğini anlattı. Sonra birden babaya dönüp "Baba biraz ışık aç" dedi. Ne ilginç değil mi, karanlıkla hiç bağlantısı olmayan bir durum ama kendini güvende hissetmenin bir yolu belli ki. O gecenin sabahında odasına girmek istemedi, gece babasının odasında uyumak istedi. Kriz uzamasın diye yumuşakça yatağında yatmasını sağladık. Ama uykuya daha zor geçiyor, daha sık uyanıyor ve uyanınca yanında dursak da odadan çıktığımızda tekrar çağırıyor. "Bebek gibi" aynı. Yani regresif bir durum.

İki numaramız da iyi. Adı belli artık:  Ege. Ege Denizi gibi olsun, İzmir'in, Urla'nın, Sezen Aksu'nun bende hatırlattığı mis duygular gibi olsun diye..  Can ve Ege :))

Göbek meydanda. 21 hafta bitti. Toplamda 4 kilo aldım. Eve nutella girince mertlik bozuldu! Haftaya ayrıntılı ultrason var. Bodyler aldım, uyku tulumları aldım, çorap aldım :) İlk bodyi büyük almışım, BabaCan "sen unutmuşsun nasıl olacağını" dedi :))

İşte bööyleee....
Can'dan bir söyleyişle bitireyim: "Annecim gel yumuş yumuş duralım" (sarılalım, koklaşalım, öpelim, dip dibe duralım vb. :)))