29 Temmuz 2010 Perşembe

Bir Şurdan Bir Burdan..

Can kuzusu zeytin yiyip çekirdeğini pıt diye eline alıp veriyor, sonra balıkların nasıl yüzdüğünü elleri ile kıvır kıvır anlatıyor, kollar bronz saçlar sarıya dönmek üzere.

Uçakla 4 saatlik yolculuğun ardından geldik Barselona'ya. Can şaka gibi uçakta 2.5 yazı ile iki buçuk saat kollarımda uyudu! Çok misti :) Ama tabii ben "1 saat uyur uyanır ben de bir şeyler atıştırır gazetelere bakarım" diyordum yalan oldu! En son 6 aylıkken falan bu kadar uyumuştu gündüz.

Neyse bebek yatağı istedik bir ara, gelen şey gerçekten "bebek" yatağı idi. Can içine sığmadı, zaten kucağımdan inmek de istemedi.. Bu arada bebek kemeri diye verdikleri şeyin gerçekten ne kadar dandik olduğunu bir kez daha gördüm. Zaten kımıl bir yavruya o kemer naapsın?

Bu arada denize gidince kuzu dalga seslerinden pek bir korktu, ben bekliyorum ya cuppadank diye girecek, anlatıp duruyorum "Aaaa niye girmiyorsun annecim bak ne güzel" diye. BabaCan dürttü de kendime geldim :)) Neyse kumlarda oturduk, kiraz yedik, su içtik, kum olduk, yıkandık bir daha kum olduk derken eve dönüşte yanaklar bronzlaşmıştı çok tatlı :)

Haberler devam edecek, iyiyiz :)

22 Temmuz 2010 Perşembe

Bu ben miyim, kim miyim?

Son yazımdan bu yana keşif yapmış gibi hissettiğim için bir rahatladım gitti :)

Ama yazının/yazımın sonunda aklıma gelen/takılan konuyu da yazmadan edemeyeceğim. Nitekim pazartesi günü hayatımda ilk defa 3 haftalık bir tatile gidiyoruz. İnternet bulurum muhtemelen ama kitap okumak, yürümek, yemek yemek gibi bir sıralamanın 4. basamağında bulunan internete girmek meeecbuureeeeennnn biraz kaybetti önceliğini. Bugün alışveriş yaptım biraz tatil için ve Can için. İlaçlarını tamamladım, yıkanabilir mayo aldım Can'a. Bir de güneş gözlüğü :) Takar mı bilemem ben aldım dayanamadım.

Bu arada taklit hızı inanılmaz. Dün teyze ile "ördek suya daldı" diye söylerken, bugün minik parmaklarıyla burnumu tuttu, "hadi söyle" dedi resmen. Bazen bu muhteşem öğrenme hızı ve açık kanallar düşündürüyor beni. Arada kimbilir ne kodlar giriyoruz.

Şimdi biz birşey öğretme amacı taşımadan girdiğimiz kodlar için ben bazen bir filtre sistemim olsun istiyorum mesela diyerek yazıya giriyorum. Filtre sistemi şu açıdan gerekli. Bazen "yapma" "etme" "elleme" gibi uyarıları farkında olmadan çok veriyorum. Önünü açıklıyor, arkasını anlatıyorum. Ama yine de bazen bir filtre olsa keşke diyorum. Gereksiz yere gereksiz konuşmasam. Onu şunu da demesem daha 14 aylık kuzuya. Herşeyi açıklamadan bıraksam biraz izlesem.

İşte kendi içimizden çıkıveren matruşka annenin kendimizi şaşırttığı zamanlar ne bol. Ben mesela emzirme olayını hemen kapmıştım. Hemşire hala mememi tutmaya ve anlatmaya çalışırken Can'ı zaten 6 kere emzirmiştim! Cokkodo cokkodo emmişti.. Ya da mesela geçen sene 2.5 aylıkken alıp tek başıma anneanne ve dedenin yanına gitmiştim. Son zamanlardan bir örnek; en yorgun akşamımda uyuması 45 dakika sürmüştü, ben aynı sabırlı sakin halimle güzel güzel uyutmuştum kuzuyu.

Gel gör ki kaosa yatkın insan ruhu, belayı arayıp, kötüyü kaydeden insan hafızası burada da matruşkadan çıkan anneye oyunlar oynuyor. Anne kendinden çıkan olumsuzlara daha çok şaşırıyor.

Şöyle ki bakınız benim annelik öncesi kodlarım:
"Ben çok sakin bir anne olurum"
"Oyununu sadece izlerim hiç öğretme çabam olmaz"
"Kilosuna hiç takılmam sağlıklı olsun da"
"Yetersizlik de neymiş ayol"

kodlar matrix misali çözüldü anne olunca:)) Bu kodların altında gizli olan "ben anne" imajı akıllara zararmış meğer. Nitekim Can ile ilgili kodlar da cabası.

Ben hep, sakin, mutlu, iyi yiyen, şıp diye uyuyan, kendi kendi oynayan bir çocuk imajına sahipmişim. İmaja sahip olmakta sorun yok da kuzu imaja uymayan bir davranış yaptığında "ben anne" nooluyor oluyor. Mesela Can melek bebek kategorisinden hareketli bebek grubuna terfi edince şaşırmıştım bayağı.. Dün mesela minnacık elleri ile arkadaşından topunu cart diye çekince annenin kafasındaki ziller koroya dönüştü: "amanın yoksa bu çocuk oyuncaklarını paylaşmayacak mı?" Halbuki çekmese de "aaaa kendi malına sahip çıkmayacak mı acaba" derdim herhalde:))

Demem o ki, benden çıkan annenin yanında bir de "ben anne" ve "benim bebeğim" imajı çıkıyor zıbırt diye!
İmaj danışmanları bu işe de el atsalar mı? Benden bir Ebru Şallı olur mu mesela?

18 Temmuz 2010 Pazar

Benden çıkan Anne, Anneden çıkamayan ben: bir matruşka masalı...

Şu meşhur çift çizgi ile yolculuk başlıyor. "O an" artık hiçbirşeyin "eskisi" gibi olmayacağının habercisi. Bu cümlenin içinde her şey var. Güzel olanlar da, özlenenler de, yeniler de, eskiler de.

Çift çizginin haber verdiği "9 aya kadar anne olacaksın" haberi eğer istenen bir gebelik ise festivale dönüşüyor. Bulantı da olsa, 20 kilo da alınsa hormonlar eksik olmasın saçlara bir parlaklık, kalçalara bir yuvarlaklık anne adayına da genel bir mutluluk hali getiriyor. Yani hamilelik herkesin bence de çok evrimsel olarak desteklediği bir sürece dönüşüyor. Misal ben kendimi hamileyken bir ülkenin prensesi falan gibi görüyordum :))

Kutsal bir emanet taşıma hali...
Herkesin sevgi dolu gülümseme hali..
En yakınlarının seni böyle dünya kupası gibi el üstünde tutma hali..

Sonraaa..
Doğumla birlikte senden bir "anne" çıkıyor. Bendeki hemen çıkamadı :)) Bence, yakınlarım aksini savunsa da bendeki anne partiye 6. aydan sonra katıldı. Hatta 1 yaş civarı katıldı.. Çünkü o zaman girdi işin içine gerçekten yemek yaparak beslemek, oyuncak seçmek, "yapma!" demek veya dememek arasındaki kararsızlıklar.

Senden çıkan ve "hamile prenses" den dönüşen bu "anne", tırtıldan dönüştüğün kelebek misali kitapçılarda anne bebek kitaplarına konuyor sık sık. İlgilendiği kitapları es geçiveriyor. Çünkü zaman zaten az, onda da kuzuyu daha iyi anlamaya yönelik kitaplara sarıyor..

Oradan kalkan kelebeğin alışveriş için vakti varsa oyuncakçılar, mothercare, bebek giysi mağazalarında buluyor kendini. Sen zaten var olan bedeninle asansörde karşılaşan yabancılar gibi bakışmadan dururken kendine alışveriş çok da çekici gelmiyor..

Aynı kelebek, eğer yazmayı seviyorsa kendini tutamayıp günlük tutmaya başlıyor veya blog açıyor :)) Al sana fazladan günde 45 dakika daha "anne"lik mesaisi.. Blogları okuyor, forumlara bakıyor, yorum bırakıyorsun.
Anne kelebek eskiden ben bu zamanlarda ne yapardım diye düşünmeye başlıyor.

İşteeeeee!
Matruşkanın kapağı sıkışmış da "anne" den sen bir "ben" çıkaramıyorsan üstteki soru daaan diye gelip vuruyor kafana!

Kitaplarım, müziğim, boş zamanım la başlıyor kelebeğin tekrar dönüşme ihtiyacı. Önce biraz kitap okumaya fırsat bulunca mutlu oluyorsun. Bir cafede kahve içince oh miss diyorsun. Az buçuk bulduğun boş zamanlara en başta tatil valizi muamelesi yapıp içine ne bulursan tıkıştırsan da sonraları gerçekten kıymetli anlara dönüştürebiliyorsun.

Ama ben şimdi fark ediyorum ki, aslında bu dahaaa geniişşş bir resim. Yani "anne" matruşkadan çıkarmaya çalıştığın "sen" eskisi gibi değil. O değil. Sen değilsin. Daha doğrusu dönüşmüş başka bir sen. Bence esas kelebek o...

O yeni çıkan "sen" pek tabii eskisine benzemiyor. Nasıl benzesin? Üniversiteye başlarken ve bitirirken aynı mıydın? Ya da evliliğin başı ve şimdiki halinde aynı "eş" misin?

Ben bunu fark edince bir garip oldum. Rahatladım mı desem? Korkum ve telaşem geçti mi desem? Neyse yani, o çıkan kelebeği tanımaya çalışıyorum şimdi.

Bir de insanın kendi kafasındaki "ben anne" imajına uyamadığı anlarda yaşadığı şaşkınlık var ki ona da değineceğim.. (Değin değin bitmez bu matruşkalar :) )

NOT: Bu yazı Özgüranne'nin son yazısından ilham almıştır.

13 Temmuz 2010 Salı

Nasıl Ya?

Hiç anlamadım.
Ne mantığını, ne amacını.

Amaç dikkat çekmekse böyle olmamalı.
Hürriyet gazetesi aile içi şiddet kampanyası ile ilgili fotoğraf yarışması başlatmış?!!??

Neyi çekecekler?
Nasıl bir fotoğraf ödül alacak?

Amacı sonuna kadar destekliyorum, ama fotoğraf yarışması nasıl bir ironi?

Belki de ben anlamadım.
İnşallah anlamamışımdır..

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Annelik kurumunun müfettişleri..

Biz ilkokuldayken müfettişler gelirdi.
Her ne hikmetse öğretmen o günlerde "Evladım, aman müfettiş soru sorar da arkadaşınız bilemezse siz yardım edin e mi?" derdi.

Bir günlüğüne yardımlaşma özgürlüğü..
Birkaç saatliğine bilememe keyfi..

Bizim için tabii. Müfettişin de çok umrunda değildi ne bilip ne bilmediğimiz bence. Sadece hepsinin erkek ve asık suratlı olduğunu hatırlıyorum.

Annelik kurumunu teftişe gelen müfettişler ise 3'e ayrılıyor:

1.Herkese müfettişler
Park teyzeleri başta olmak üzere, kucağa alma, al, emzir, mama ver, ay düşecek teyzeleri bunlar. Kişisel almayın. Sırf bize değil herkese. Öyle onlar. Maksimum kabul gösterdikçe uzaklaşırlar.

Hülya'nın muhteşem analojisi ile mafyalar var sonra. O mafyalar bol bol müfettişlik yapıyor. Sen de tırsıyorsun tabii, sana deseler, kibarca belki de kabaca susturacağın tipler, "Aaaa yürümüyor mu hala" dediklerinde istiyorsun ki Süreyya'nın antrenörünü tutayım, çalıştırayım çocuğu. Allah'tan bu his de 30 saniye ila 1 gece arasında kayboluyor.

Uzmanlar, kitaplar, web siteleri, bloglar, uzman görüşleri... Aaaa bu tür en zorlu müfettiş. Çünkü doğru söyleme ihtimalleri yüksek. Sen de tabii daha çok panik oluyorsun. Panzehiri sağduyu.. Annelik güdüsü falan değil. Bayağı sağduyu.. Nitekim benim annelik güdülerim zıbıtıyor bazen. Ama "insani sağduyum" u daha metanetli buluyorum..

2.Hormonal müfettişler
Bunların ilk ziyareti doğumun ilk anında oluyor. "Bakalım içinizden ışık geçiyor mu?" diye anneliğe cuk diye oturup oturmadığınıza bakıyorlar. "Ay ben sezaryen oldum, dikişim var, 30 saat sancı çektim" dinlemiyorlar.

Hormonal müfettişler kırık not vermek için koşturup duruyor. Lohusalık adındaki yeterlilik sınavında bitiveriyorlar yanınızda. Birkaç tuzakları var her anneyi düşürdükleri: sütün yetiyor mu, bebeğini yatıştırabiliyor musun, kocana hala "kadınlık" görevini yapıyor musun, yuh hala sadece 3 kilo mu verdin? türünden.
Bu müfettişleri savmanın yolu benim için, yürüyüş, çilekli komposto, alışveriş, kafeinsiz kahve, evden çıkma şeklindeydi. E zordu, hala arada geliyorlar ziyarete..

3.Kendine müfettişler
Bak bu en zalimi! Susturmanın, durdurmanın imkanı yok. Bır bır dır dır konuşur bunlar. Bir de ömür boyu yanındalar, çünkü içindeler!

Benim müfettişlerim şu zamanlarda uğruyor;
yorgunsam
uykusuzsam
Can'a tahammül edemeyeceğimi seziyorsam
kafamda başka şeyler varsa
PMS döneminde
BabaCan yoksa, ya da varsa ama ben huysuzsam..

Dedim ya en zalimi bunlar. Git dersin gitmez, kovarsın yine gelir. Bunun da panzehiri bilinç ve biraz da kendine haksızlık etmeme galiba.

İstemiyorum kardeşim müfettiş falan, cevabını bilemezsem sorduğunuz sorunun açar wikipedia'ya bakarım, nedir yani?

9 Temmuz 2010 Cuma

Şirince'den iyi yaşam hisleri..

Başka bir post yazacaktım elim bu fotoğrafa gitti..



Gittiğin yerden iyi hissederek dönmek yok mu..

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Pedagog pedagog dediğin...

7-8 yıl oluyor.
Bir rüya görmüştüm.
Bir deniz vardı, gri dalgalı. Ben denizdeyim ama denizle bir gibiyiz.
Denizin ilerisinde o zamanki sevgilim.
Sahilde ise hayal meyal bir erkek silueti beni davet ediyor.
"Hangisine gitsem?" sorusu var gibi aklımda ama daha çok "Ben kimim?" sorusu.

Bir hafta içinde alından bir randevu.
2.5 sene gidilen terapi süreci.

Sorun var mıydı? Yoktu.
Yok muydu?
Sorun muydu?

2.5 senenin ardından cevaplaması kolay hale gelen bu sorular o zaman, evet saatine bugünün parası ile sanırım 200 Tl ödediğim derin bir süreçti.

Gitmesem olur muydu? Olurdu.
Gittim iyi mi oldu? Oldu.

Mesele burada: Seçim.
Pedagoğa gitmek/gitmemek seçim.

Götürenler daha az biliyor, götürmeyenler daha çok diye değil.
Götürmeyenler kaçırıyor fırsatları, götürenlerin başı göğe eriyor diye değil.

Misal: Can parmak emiyor. Ben bunun için pedagoğa gidiyor muyum? Hayır.
Neden? Çünkü pedagog sıfatımı kes –at, bunun geçici olduğunu biliyorum.
Geçene kadar bekleyebileceğimi, bunu ona ve bana stres yapmayacağımı da.

Vermeli mi şimdi saatine şu kadar TL?

Anne olarak için içini kemiriyor, çocuğun parmak emiyor diye stres oluyor, her elini ağzına götürdüğünde çekiştirmeye çalışıyor, çocuk sinirleniyor, sen üzülüyorsan, ne yapacağını bilemiyorsan benim denizli rüyam gibi, niye gitmeyesin?



Gitmesen olur mu? Olur.
Gitsen iyi olur mu? Bilemem. Bu sana bağlı. Kim olduğuna, hayatta nerede durduğuna.

Ben mentor severim. Bilge severim. Yol gösterenim olsun severim.
Hata yaparsam diye değil, hata yapmaktan korkup daha beterini yaparsam diye.

Herkes dedi/diyor/diyecek: Aman ne şanslı oğlunuz, annesi pedagog. Öyle mi görünüyor dışarıdan?
İçi beni dışı sizi..
Ben biliyorum riskleri, dönemleri ,kişilik bozukluklarını, dönemsel sıkıntıları, patolojik vakaları.
Cidden şanslı mı Can şimdi?

Can şanslı, annesi pedagog olduğu için değil, ben olduğum için :) -diye de narsistlik yapayım.

Velhasıl arkadaşlar;
“durup dururken” “sorun yokken” pedagoğa gitmek tanımlamalarla ilgili. Bana “durup dururken” gelenin sizin rüyalarınıza girdiği durumlarda kimin hakkı olabilir süreci yargılamaya, eleştirmeye.
Tam da bu yüzden adım “sadece anne” bu blogda. Aman dediklerimden demediklerimden kimse alınmasın, “Bak kadın uzman” demesin diye.
Beni de anneler aralarına alsın diye :)

Seneye yazmayı hayal ettiğim kitabın iki kapağı olacak. Yaşadıklarıma pedagog Seçil bir ce-e yapacak bir kapaktan, diğerinden anne Seçil. Orta sayfada buluşabilirsek ne ala…

6 Temmuz 2010 Salı

Regret, Şirince, 13.ay

Sırayla başlayalım.

Regret:Pişmanlık.
Ama tam değil. Regretin içinde daha çok yapamadığından duyduğun hayal kırıklığı var. Pişmanlık ise sanki yaptıklarından. Bugün işten eve dönerken ve arabada Levent Yüksel'in sesinden "Gidiyorum ben sen hoşçakal" çalarken aklıma geldi. Önce eskiden şarkı söylediğim, çok sevdiğim, hatta sesimi eğittiğim, hatta konservatuarın ik sınavını geçtiğim. Sonra da neden şarkı söylemediğim. Neden sürekli buna "regret" ettiğim. Can büyürse yapmadıklarından pişman olmasın. Benim annelik serüvenimde yekün tutanlardan biri de bu: yapamadıklarımdan regret etmek. Etme işte. Ya yap ya etme. Hem yapmayıp hem edince çıkan mahsul ne oluyor biliyor musun?: birşeyleriyapmadığıiçinpişmanlıkduyankişi sendromu. İlacı da yok.

Şirince:Huzur.
Güzeldi. Nişanyan evlerinde kaldık. Görselleri ekleyeceğim. Üşenmeyelim bir yerlere gidelim, değişiklik olsun, hepimize iyi geliyor.
Kuzu su, hortum, havuz derken çok mutluydu. Dünden beri mızık. O mızık olunca ben kilit. Gözler dolu, anlayamamaktan muzdarip.

13.ay: "birey miyim değil miyim?" polemiği
Annemle ben aynı bedende değilmişiz, hımmm ben isteyince yürüyüp annemden ayrılabiliyorum, hoop aman o zaman fazla uzaklaşmayalım!! Hatta yapışsam daha iyi. Bir de azılarım geliyor sanırım. Oyunlardan bile sıkılıyorum. Annem de çaresiz hissediyor bazen. Hiç gerek yok annecim, sarıl kokla, mis...

Can'a bu ara Sık Sorulan Sorular:))
Horoz nasıl yapıyor? üüühüüüü
Karga nasıl yapıyor? Gaa ga gaa
Dede? Öhööö
Baba? ııııhhhhıhhhh (boğaz temizleme efekti)
Kahve makinesi: kuuuguuuuukuuuu (bunu da baba öğretti ??!!??! :) )
Saçın nerede, benimki nerede, babanınki nerede? (Babamızı saçları yok, sakalları gösteriyor :) )
Nasıl yüzüyorsun havuzda? (Elleri önde kımıldatıyor:) )
Eee piş piş nasıl yapıyorsun sen oğlum? (Yere yatıp başını koyuyor kuzu:) )
Alo nasıl yapıyorsun ? (El kulakta :) )

Kelimeler anne, baba, meme, mama, su (duu). Bir de ilk heceleri bazı kelimelerin teyzeye te, kuzenin ismine De :)

Huzursuzlukta bazen anladığının ifade ettiğinden daha fazla olmasının etkisinin olduğunu bile düşünüyorum. Sanki ifade edemeyince bir daralma, bir sıkılma oluyor. Çığlık bile atıyor bazen..

Tatile 3 hafta kaldı, çok heyecanlı:)

1 Temmuz 2010 Perşembe

Türkiye'de çocuk yetiştirmek..

Can'ın ileride akranları da olabilecek türde kişiler maçı kaybettiler diye kendi sahalarının koltuklarını söküp yakarlarken,

Bugün üzerime süren şoför, sonra yanıma yanaşıp "Abla sığamadın mı şeride, korkma korkma alışırsın!" derken ve ben sadece dişlerimi sıkabilirken,

Duygusal zekası yüksek olması beklenen kadın şoförler 4'lülerini yaktıkları andan itibaren her şeyi yapabileceklerini sanarken,

Bir özel okulun fiyatının senelik 37 milyar olduğu ülkemde, sadece ve en önemlisi de eğitim ve sağlıkta fırsat eşitliği gerekirken,

Bir çocuk psikiyatristi tvye çıkıp meşhur oldu diye, 6 ay sonrasına ve 600 TL civarında vizite ücretleri ile çalşırken ve devlet hastanelerinde bu işin ne kadar zor olduğunu bilirken,

SBS denen zımbırtı ve daha birçok sistem zırt pırt değişirken,

Çocuklar için oto koltuğunu zorunlu kılan sisteme rağmen dün sabah yanımdan şoför mahaline oturtulmuş bir çocukla araba kullanan babalar geçerken,

ilk defa çocuğumu nerede yetiştirdiğimin önemini fark ettim.
Bu yazı karamsar oldu dedim kendi kendime ama esas üzüldüğüm ise bir o kadar gerçek olması..

Umut dolu hafta sonları olsun..

Hava ve yol durumu, Murat Kazanasmaz bildiriyor..

Güneşli: Kuzu gece sık uyanmamıştır, sabah 07:00'den önce mesaiye başlamamıştır, anne uyumuştur, yüzünde güneş açar. Kuzu sağlıklıdır, güneş açmasın da ne olsundur...

Parçalı bulutlu: Anne çeşitli sebeplerden yorgun ve tahammülsüzdür. Püskürtülen yemek, yapışılan bacaklar, sadece 30 dakika uyunan öğle dinlenmesinde gökyüzü biraz parçalı bulutlu hissi yaşatır.

Yağmurlu ve kapalı: Kuzunun bir derdi vardır, huyu değişir, kilo almaz, yemez, uyumaz anne biter çok üzülür. Kapanır gökyüzü, annenin içi gri olur..

Rüzgarlı: Kuzu geçiş dönemindeyken eser durur.. Dikkati kısa sürer, mızıktır, oradan oraya eser durur. Bizde 5. 9. ayda esti ve şimdilerde 13. ayda esiyor bu rüzgar..

Şimdi de yol durumu;

Dişlerin ard arda çıkamamasının yarattığı gerginlik yolların biraz sıkışmasına neden oluyor. Köprü bağlantılarında yaşanan yoğunluğun sebebi ise yürüme alıştırmalarında düşülünce emeklemenin tercih edilmesi. Deniz ulaşımı rahat, kuzular suyla bu ara çok iyi anlaşıyor. Annenin iş temposunun azalması ile ışıklarda beklemek gerekmiyor, anneye hep yeşil yanıyor.. 13.ay itibarı ile tüm odaların kapıları açık, girişler serbest, minik parmaklar iş başında. Herkese hayırlı yolculuklar! :)